7 Ağustos 2007 Salı

SEVGİNİN DERİNLİĞİ

Osman AYTEKİN

Şair diyor ki: “Hayat, yaşanmayacak kadar güzelsin,
Sırlar, paylaşılmayacak kadar özelsin.

Beyaz gül, sen, içimde bir başkasın,
Uzaktan koklanacak kadar yakınsın.”(S.Urungu Maraş)

Şair haklı belki de yaşanmayacak kadar güzel bir hayatı arzu ettiğine göre..böyle bir hayatta da tabi ki sırlar da paylaşılmamalı.
Hayat arzuladığımız gibi olmasa da sırları bizde saklı.
Duygularımız örülü ve örtülü yalnızlığın esintisine kaptırmış daha sert rüzgârlar bekliyor. Yakıcı havanın aksine bunalmadan sarstıkça sarsacak kasırgalar arasında savrulmak istiyor…
Dağıtılmış duygular bir araya bir türlü gelemediğinden kendini azgın düşlere adanmışlık içinde hissediyor. Arayıp ta bulamadığı mecrasını, görüp de saramadığı ve adını ağzına bir türlü alamadığı, ama bir yandan da söz geçiremediği, avutamadığı gönlüne dokunmaktan vazgeçemiyor. Yüreğimize dokunan şair:
“Sevgi, bilinmeyecek kadar derinsin,”
Bilinmeyecek kadar derin!
Dipsiz kuyulardan bir kuyu, uçurumlardan bir uçurum gibi… Ruhumuzu içine çekiyor zira derin!
Hep derin şeylerden çekiyoruz.
Yüreğimiz derin kanıyor; dertlerimiz derin,
Meselelerimiz derin duruyor; mevzularımız derin,
İnsanlığımız bir adım ötede ama çok derin; sevginin bilinmeyişi kadar derin mi derin!
Bu şair çıldırtacak beni:
“Tanısaydın, sen de çok seversin.”
Tanıdıklarımız bizi bizatihi sevince boğdu. Öyle bir boğdu ki kendimize gelemiyoruz!
Sevincine boğulduk bu dünyanın, insanların, eşyanın, tabiatın; ruhumuzu ayakta tutan nesi varsa; bütün süslerine vurgunuz. Çok sevdiğimiz için tanıyamadık belki de…
Tanımak da kar etmiyor seven gönüle.Tanıdıkça sevmek; sevdikçe tanımak!... Öyle duygular tüketiyoruz ki sevgilere yaklaşmak isterken nefessiz kalıyoruz. Hep birilerinin gözlerine, yüzlerine bakıyoruz. Bezende ellerine…Bir şeyler görmek, dokunmak ve o dokunuşla kendimize gelmek!...
Gözyaşlarımız bunun için.
Figanlarımız. Bunun için.
Eskilerin deyişiyle ince hastalıklarımız bunun için. Koridorlarda solukladığımız ruhumuzun oksijensizliği bundandır.
Sulanan gözlerimiz, ümitsizliklerimiz, düş kırıklıklarımız; prangaya vurulan geleceğimiz hep bundandır.
Biz kendimizi kaybettik boyası solmuş koridorlarda. Serkeşler gibiyiz. Dokunsalar düşeceğiz. Düştüğümüz anda kalkacak dermanı bulamayacağız kendimizde.
Mahrumuz birçok şeyden.
Bunun içindir öfkemiz, gururum, benliğimiz, bencilliğimiz.
Bunun için o yüzlere, o gözlere muhtacız.
O ellere muhtacız sarıp sarmalayacak, okşayacak; bağrına basacak! İnsanlık öksüz, insanlık çaresiz, insanlık kimsesiz!
Bunun için ne kadar yabancıdır o güzel söze. Yüreği serinleten o bakışa, kalpleri yumuşatan o duygulara…
Tarifinde zorlandığımız, yeri geldiğinde ne yapacağımızı bilmediğimiz; bazen şaşırıp kaldığımız, bazen de kaçamak bakışlarımızla kendimizden kaçtığımız…
Masum, mahzun içimize işleyen o sevgi bakışlarından muzdaripiz. Bir şey diyemediğimiz, dilimizin tutulduğu, geçirdiğimiz bocalamalardan sonra bin bir cesaretle bakmaya çalıştığımız sevgiye! “Bilinmeyecek kadar derin sevgiye!”Bulunmayacak kadar derin sevgiye…
Belki de bir gün gözlerimizden akan yaşlar yerini yeni yeni sevinçlere bırakır. Gözleriz ışıl ışıl parlar. Hayata sıkı sıkıya bağlanırız. Şimdi de bağlıyız diyeceksiniz. Sathi ve sevilmeyecek kadar derinden bağlıysak da ihtiraslarımızın esiriyiz şimdi.
Kimliğini kaybetmiş derbederler gibi geçmişiz kendimizden. Oturduğumuz yerden kalkmalıyız veya kalktığımız yerden iki adım öte gidip oturmalıyız. Belki de yürümeliyiz, koşmalıyız. Enerjik olmalıyız. Ağaçların yeşerdiğine değil kuzuların melemesine kulak kabartmalı; çıplak ayakla şosede yürümeli, ileriki tepenin ardındaki toz bulutunu süzmeliyiz. Hiç yapılmayacak bir şeyler yapmalıyız işte! Elimize orak almalı ekin biçmeli altın sarısı başakların saplarından şapkalar örmeli… O sıcakta buz gibi soğuk destiden şu mu içmeli ayrana mı bakmalı… Bir şeyler yapmalı. Evet, bir şeyler ki bizi kendimize getiren. Unutturmamalı monotonlaşmış hayat bizi.
Sevginin derinliği…
O derinlikte olabildiğince kendimize gelmeliyiz.
Mahzunlaşmanın, kederlenmenin, romantizmin ruhsal bozukluklularına kaptırmanın bir manası yok.
Yüreğimizde duymalıyız o coşkuyu!
Bunun başka bir yolu var mı?

Hiç yorum yok: