osman aytekin
Hava kararıyor ve bir sis bulutu gibi çökecek birazdan. Bu havaları bilirim. Kasvetli bir hal gelip bulsa yüreğimdeki bütün karamsar düşünceler yerle bir olur. Kederlere kapılmaktan öte bir şeydir bu… İçimi sıkıntı basacak yerde kendimi olduğunca rahat hissederim. Nedendir bilmem bazıları böyle durumlarda hüzünlere kapılır. Romantizmin kucağında bulur kendini. Derderst oluverirler. Yılgınlık değil ama sanki dünyanın bütün yükünü kendi omuzlarında hissetmek… İnsana nasıl huzur verebilir ki? Özgüveni nasıl yakalar ki? Böyle bir hal içinde olanların kendini iyi hissedebilme şansları o kadar zayıf ki… Ama yine bazılarında bu hal tam tersi de olabilir. Bunu da bir ihtimal olarak kabul ediyorum ki bende böyleyim nitekim. Hüzünlerde umut ararım, umutla bakarım. Bakmasam ne olacak ki? Umutsuz yaşamanın bazen ne hayal kırıklıklarına yol açtığını bilirim. Umut, hülyalarımızı süsler. Bizlerin iyilik perisidir sanki. Ya bir de bu hülyalı düşünceler yok olup da bizleri hüsran kayalıklarına sürüklerse… Hüsranı düşünmek insan için öyle müşkülpesent bir hal ki. Kader gibi insanın içine oturur da kök salar. Öyle bir hal içine girerseniz bazı şeylerden kaçamazsınız. Kendinizi karamsarlık içinde bulursunuz. Böyle bir hal içinde olmanın bir de dayanılmaz olduğunu düşünün!
Birazdan havanın rengi değişecek. Kendini hüzünlere bırakan kurşuni rengi açılacak. Cam gibi parlayacak belki de. Kendimi daha iyi hissedeceğim. Rahat olmadan da öte bir şey olmalı… Tarif edemediğimiz ama muhakkak ki huzurun daha bir huzurlusu hal içinde olmak! Mükemmel gibi bir şey. Ama mükemmel kavramını yerli yersiz kullanmak da istemiyorum. Ama işte öyle bir şey!... Buna güzelin güzeli diyelim. Güzel evet güzel!
Güzel… Evet, güzel. İnsanların iyi duyguları yaşamasına sebep olsa da insanlar buna vuruluyor. Hem de can evinden. Güzele ve güzelin güzeline vurgun olmak! Bedbaht, hayal kırıklıkları içinde berdevam eden; adeta ruhları köhnemiş ve bir nevi kendilerine kaderciliği seçmiş gibi olan insanları istisna edersek: insanlar güzeli arzu ederler… Arzu etmekle kalmazlar hep güzele bakarlar, güzel yaşamak isterler; güzel duymak, güzel görmek, güzel düşünmek ham hayaliyle avunurlar. Zira her şeyde güzeli görmeye çalışmakla güzel yaşamak birbirinden o kadar ayrışır ki. Belki güzel olurlar, güzel giyerler, zariftirler; güzelliğin bazı unsurları üzerlerinde muhakkak ki vardır ama birçok güzelliği bir anda yaşamanın imkânsızlığı da ortada nihayet! İstediğiniz kadar güzel olun ve güzel düşünün güzel bakabildiğiniz nispette güzel yaşamaya çalışabilirsiniz. Güzellik denen o asalet her yönüyle ne karşımızda olur ne de yanımızda. Fakat güzellik için en çıkar yol güzel düşünmekten geçer. Güzel düşünen hayatın sırrına vakıf olur. Ancak yine de hayatımızı güzelliklerle nizam verebilmemiz pek mümkün değil. Şurası hakikat ki ne kadar güzel olabilir isek o kadar hayatımız aydınlık içinde kendini bulur, yücelir ve kendine gelir. Bazen mülahazalar içine dalınca insanların güzellikler uğruna nasıl harcandıklarına şahit oluyorum. Evet, güzellik veya güzellikler insanoğlu için bir hayal olduğu sürece insanlar ya aldanacaklar ya aldatacaklar ya da harcanacaklar. Güzellik denilen o efsunlu şey insanları yakar, köz eder. İşin aslı insanın ruhu ile ilgilidir. Güzellik ve ruh ikisi ya dost ya da birer hasımdır… İnsan itiyadı nasılsa öyle bir hayat sürer. Kötü düşüncelerle boğuşan insanoğlu kendine bir güzel yol bulmaya çalışmalı ama bunu kendine tek yol olarak benimsememelidir. Kendi mizacınca hayatına bakmalı, doğal olmalı, dürüst, edebice yaşamaya özen göstermelidir. Belki de tarif ve tasniflere sığmayan güzellik buradadır.
Güzelliği yıkan güzellikler…
Belki tuhaf olacak ama güzellikleri yaşayamayışımızın saiklerinden biri de budur. Güzelliğin güzelliği yok etmesi, bitirmesidir. Egoist zihinler güzellikleri kendi hayatlarında görmek istemelerinden herkesin sevebileceği şeyleri yok ediyorlar. Bu paylaşımı bir kenara kaldırmaktan öte bir şey değildir. Toplumun arzu ettiği ortak değerleri sadece ve sadece kendi hevesi gereği arzu etmek! Kendi arzusunca yaşamak!?... Bencil yaşayış olarak nitelenebilecek bir hayat tarzı. Bu öyle bir yaşayış ki filmlerde bile etkinsi gösteriyor. Belki zihin karmaşası gibi gelebilir ama sırf dizi veya filmin heyecanı yükselsin diye haset düşünceler ifritçe ileri sürülüyor. İnsanların çekememezliklerinin bir göstergesi gibi gelse de bir heyecan uğruna bunlar yapılıyor. İnsanların zihinlerine yerleşen bu vb. düşünceler sebebiyle iyi ve güzel hasletler birer birer yıkılıyor. Çirkin emeller bu sayede gelişiyor. Güzelliklerin yok edilmesi toplumun adeta genlerine işliyor. Bir ağacı kırmak veya kesmek, birinin iyi davranışlarını hazmedememek, olgunca tavır besleyememekten sadır olan bu tür davranışlar sebebiyle güzele bakan gözler başka yerlerde yitiyor. Güzele bakmasını öğrenemedik! Sevgiyi kendimize şiar edinemeyişimiz hoşgörü geleneğini derinden sarsıyor. Bütün olumsuzlukları bir ur gibi bünyemizi rahatsız ediyor. İnsan rahatsızlığı kendine dert edindiğinden hoş duygulara set çekiyor. Bu konuda bütün maharetini sergilemekte bir beis görmüyor.
Güzellikleri yıkan öldüren bir diğer güzellik ise sevginin karasevda gibi ruhları sarması. Aşırı sevgi paylaşılamayan, kıskanç sevgi nedeniyle insanların benimsediği, beklediği, umutları, hülyaları bir bir ölüyor. Adeta içe kapanık, ilkel bir yaşayışın deva bulmaz sendromu… Muhakkak ki böyle bir kapalı düşüncede sosyal buhranların; aile veya çevreden kaynaklanan amilleri olmalıdır. Yani bu biraz da psikolojik vakalardan ibarettir. Hassas ruhların iyi duygularla sermest olması bunun bir nedeni olabilir. Bu sebeple kırılgan, histerik ve bundan dolayı zafiyetler sevginin çevreye yansıması bir yana güzelliklerin gelişmesini bir anda bitirebiliyor.
Bir şeyleri kaybederiz. Kaybettiklerimiz önemli olabilir. Bir daha elimize geçmeyebilir de. Hayıflanmalarda gidenleri geri getirmez. Eğer insanın odaklanması muhtemelse ve sonuçta bir şey de yapılamıyorsa insan öyle bir hal içine girer ki, yeri gelir kendini yer bitirir bu da yetmez çevresine zarar vermeye başlayabilir. Arzu eden gönül neler yapmaz ki bu uğurda?!... Hayatın zehir olması bundandır. Düşününki bacalardan dağılan zehirler insanları nasıl etkilenmez. Sonra da yine ailede başlayıp devlete varana kadar bir yığın mesele ki çözümlenmeye çalışılsın. Bu bakımdan her fert kendine bakmalı, problemlerini halletmese de başkalarına sirayet ettirmemelidir. Toplumun etkilenmesinin sebepleri arasında insanların, ailelerin ve cemiyet veya teşekküllerin olumlu olumsuz tepkilerinin mutlak yeri vardır. İnsanların bunalım geçirmeleri, cinayet işlemeleri, aile kavgaları, çarpık ilişkiler ve sayılamayacak kadar çeşitlilik göstermesi.
Bütün olumsuzluklara, yığın yığın meselelere karşılık çözüm yolları yok mudur? Elbette vardır. Mutluluk, sevinç ve paylaşımla kendini bulan gelenekle bütünleşen ortak değerler sevgiyle, inançla kendine gelebilecektir. İnanç ve sevgi insanlar için büyük güçtür. İnanç olmadan sevgi yürekte yeşerir mi? Belki yeşerir ama gülün ömrü gibi tez vakit solar. Bir inanca sahip olmayan insanların da ahlaki değerlere sahip oldukları ifade ediliyor. Ancak inançtan beslenen insanlar manevi olarak mutlak bir rahatlama içine girerler. İnançsızlık ise insanda bir boşluk yaşatır. Sürekli rahatsızlık, tedirginlik ki gelecek kaygısını daha fazla hissetmek kaçınılmazdır. İnan için huzuru yaşamak kadar gereğini yapamamak, olgun davranışlar, düşünceler içinde olamamak da huzursuzluğun sebebidir. Toplumdaki rahatsızlıkların nedeninde mütekâmil olamayışın etkilerini ve sonuçlarını görmek mümkündür. Her insanın kâmil olması düşünülemez ancak buna rağmen öyle yapıda olanların varlığı da bir gerçektir.
İnsan olarak; düşüncelerimiz, yaklaşımlarımız, bakışlarımız farklıdır ve bu farklılıklar içinde huzura dayalı zenginlikleri bulacağımız göreceğimiz yerde bütün ümitsizleri kuşanıyoruz. Hep acıların edebiyatında buluyoruz kendimizi. Dünyamı böyle kurulmuş, insanlar mı böyle doğmuş, bize böyle bir hayat mı vaat edilmiş… Hep aldatış ve aldanış!... İnsan fıtratında bunlar yoktur. Melekler gibi saf, sade iyi bakan gözler görürüz. Bebekleri, çocukları neden fazla severiz? İhtiyarlara neden acırız, mütebessimiz? Güç olmadığı veya takatten düştükten sonra ha bir çocuk ha bir yaşlı ne fark eder ki… İkisi de korumasız ve yardıma muhtaç birer varlıktır. İçimizdeki sevgi bundandır. Onların hali bize mutluluk verebilir. Çünkü zararsızdır ve artık yapacak planları da yoktur. Yüzler de saflık görünür. Biri geleceği göremediği diğeri ise hayata tutunuşun çaresizliği içindedirler.
Hayat; masum, sade, tatlı, hoş olduğu vakitler güvenilir olabilir. Güven duygusunu kuşkusuz bunlar tam olarak sağlamazlar; insanların huyları, tavır ve davranışları da etkili olur. Ancak bir de insanların güçleri kalmadığı anlardaki davranışları. İnsan kendini ne kadar güçlü görürse o kadar pervasız da olabilir. Gücü iyi yönde kullanmakla güzelliklere ulaşmak mümkündür.
Yağmur yağmaya başlıyor. Topraktan henüz kokular gelmiş değil. Zira kışın donukluğunu yeni yeni atmak üzere toprak üzerinden. Her yer, her şey yeniden uyanacak. Dallara sulara yürüyecek bir yerlerden sızacak cemre hayat. Muhakkak yeniden canlanacak her şey! İnsanlar neşe içinde olacaklar. Hayatın hazzı duyulacak! Yaşamımızın neşvü nema bulduğu böyle bir bahar ayında yeniden yaşamak hayatı! Ama düşülen hatalara ve yanlışlıklara kapılmadan. Sevgiyi hayatımıza hâkim kılarak!
Yağmura bakıyorum olanca hızıyla iniyor. İnsanı üşütüyor adeta. Olsun! Bütün güzellikleri bekleyerek yeni bir günle gelen dirilişin muştusudur bu!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder