15 Ağustos 2007 Çarşamba

YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM!...
Osman AYTEKİN
Şu moral dediğimiz şey insanı gelip de bulmaz ki insanın en umulmadık bir anında. Nerede bir özlem türküsü yakılmışsa, nerede bir gözyaşı dökülmüşse kederlenir bütün yürekler. İçine kapanır ve nerede kalbi titretecek bir hatıra varsa onu bulup çıkarır açığa ve o kederli yüzde kendini bulur.
İnsan nasıl kederlenmesin be kardeşim!
Etrafımız kuşatılmış.
Darda kalmışız
Ve gözümüz görmemekte hiçbir şeyi.
* * *
Maddenin tahakkümü kalplerde tahakkuk etmiş bir kere. Ne yaparsanız yapın nafile. Sıyıramıyorsunuz kendinizi, zor oluyor tabi. Bu, bedenin ruhtan çıkması gibi bir şey sanki.
Çevrenin olumsuzlukları oldukça fazla. İnsanlar da etkileniyorlar. Bazen bir şeyi bozmak, yıkmak, batırmak çok kolay geliyor birilerine. Kötü örnekler toplum hayatına egemen oluyor. İnsanın kanı durmuyor ve kaynadıkça kaynıyor. Yirmisinde de ellisinde de aynı. Aynı hatalar tekerrür ediyor. İnsanoğlu basıyor gaza ya bir ağaca bindiriyor ya da bir insana… Yapılan hataların tekerrür etmesi de ibret alınmamasından. Düşülen hatanın devam etmesi galiba alışkanlıklarımız arasında ilk yerini koruyor olmalı.
Yanlış yolda durmalar, hatalı sollamalar, birilerine acelecilikten dolayı farkında olmadan çarpmalar. Bütün bunları anlıyoruz. İnsanlar farkında değil ama bir tutku gibi bütün bunlar. Yani aşk gibi, sevgi gibi! Aşk için hadi neyse diyelim ama sevgi için böyle bir örnek ne kadar ters ise de, insanların normal konuşmalarındaki küfürlü sözler de bir o kadar yakışıksız! En ufak bir şeyle özellikle de erkeklerin ağızlarına bir sakız gibi yapışıyor adeta. Bu gibi hususları insanların bastırılmış duygularına bağlasak da; bastırılmış duygulara rağmen küfre inat mazlum, mahzun ve efendi tipler de karşımıza çıkmıyor mu ya? Beklide ağzı olup da dili olmadığından mahzun oluyor biçareler. Ama netice olarak insanlara sinkaflı davranış içinde olanlara göre sözünü ettiğimiz tipleri takdir etmeliyiz.
Hatalarımızı bir şekilde ödüyoruz. Ne yaparsak yapalım, yaptığımızı görüyor ve ceremesini çekiyoruz. İnsanlar yaptıklarıyla yaşarlar. İyi insanlar iyi şeylere layık olduklarına da inanmak gerekir. Yapılan iyi, hayırlı davranışların neticesini gördüğümüzü bildiğimiz kadar ”yapanın yanına kar” kalacağı gibi bir inanış da zihinlere yerleşmiş durumda. Bazen o kötü insanların da neler çektiklerini düşünürüm. Ne yapıyorlarsa kendilerine yapıyorlar bütün insanlar gibi. Kötüyse kötü. Ama kötülerin ne gibi kötülüklerle karşı karşıya kaldıklarını da acaba bilebiliyor muyuz?
İnsan biraz da kötülere mi acımalı acaba?!...
Ne dersiniz?
Bazen bildiğimiz bazen de bilmediğimiz halde onlara acırız.
Eğer insanın içinde sevgi denen ulvi ışık parlıyorsa Allah’ın hiçbir kuluna kötülük beslemez. Ama işte o sözünü ettiğimiz kişilere karşı ister istemez düşüncelerimiz yani içimizdeki ikinci ben karşımıza geçiyor ve o kişileri bize hatırlatıyor.
Aslında insanlar hatasız değiller.
İyi yolda hareket etmek isteyenler ve kötü yolda hareket etmek isteyenler… Bazı düşünceler bende bir renkler armonisini zihnimde canlandırır.
Yani?..
Yanisi şu: iyi veya kötü olmak isteyenler, olmaya çalışanlar, öyle görünenler, olduğunu sanan ve sonuç itibariyle kesin bir kanaatle iyiler ve kötüler!
İyilerle her şey iyi ve güzel. Parlak, yerine göre canlı, ağır ve atak. Biliyorum bu nitelemeler kötülerde de olabilir diyeceksiniz önemli olan insanların ne olduğudur. İnsan kendini nerede görmek isterse başkaları da o kişiyi orada görebilirler.
Hayatı olduğundan farklı görenler yok mudur? Vardır. Caddeye çıkın bir kenara dikilin yürüyen insanlara bir süre bakın! Ama iyi bakın! Özellikle de yüzlerine… İnsanların giyim kuşamı kişiler hakkında bizlere olumlu olumsuz fikirler verse de yine de gözlerinizi yüreklerin yankı bulduğu yere çevirin!
Yüzlere… Farklı farklı yüzler göreceksiniz.
Bir de en önemlisi gözlere… Ruhun kaynağı gözlere. Gözler yalan söylemez. Söylese de kendini belli eder.
Bakışlar, çok şeyler ifade eder; konuşmalar ve davranışlar bizlere tipler; ruhlar hakkında bilgi verseler de… Onun için hayatın cıvıltısını, neşesini, saflığını, iyilik ve güzelliğini onlarda görürsünüz.
Hayatı seven gözler!
Hayatın canlılığını özleyen gözler! Yaşamanın doyumsuzluğu billur gibi yürekten dökülüyorsa böyle bir hayat sevilmez mi be kardeşim. Kuşkuyla değil de gönül sıcaklığıyla gülümseyerek bakabiliyorsanız buyurun size hayatın ne kadar güzel olduğunu anlatan bir şiir.
Melih Cevdet Anday’ın bu; “Çok Güzel Şey” isimli insanı hayata bağlayan dizelerini okuyalım: “Yaşamak güzel şey doğrusu Üstelik hava da güzelse Hele gücün kuvvetin yerindeyse Elin ekmek tutmuşsa bir de Hele tertemizse gönlün Hele kar gibiyse alnın Yani kendinden korkmuyorsan Kimseden korkmuyorsan dünyada Dostuna güveniyorsan İyi günler bekliyorsan hele İyi günlere inanıyorsan Üstelik hava da güzelse Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu”
Hayatın güzelliği güzelliğiniz olsun!

7 Ağustos 2007 Salı


İÇE KRİTİK BAKIŞ


NURAY ALPER'İN ŞİİRİ... Hayatımızda gel-gittiler hiç bitmez. Ne yaparsak yapalım buhranlı: çalkantılı bir hayatım dışında kalmak pek mümkün değildir. Dünya imtihan dünyası olduğuna göre bu sınavdan geçilecek. Hal böyle olunca kendine hâkimiyetin önemi çok büyük. Ancak her türlü gaileler içindeki insan, içinde bulunduğu ahval ne olursa olsun aşağıdaki dizeler mucibince seven de olabilir ve sevilmenin de fevkine varabilir. Sevmek kutlu bir hayatın kapılarını aralar. Ve sevdiğince yoklar ötesini özünde duyabilir: sırlar sırrına vakıf olabilir. Bu mümkündür. Şair Nuray Alper’de; “Ona”şiirinin bu dizesinde bu derin manayı ifade ediyor ve diyor ki: Sırra talip olup özüne gelmek Sonsuz eşiğinde ölmeden ölmek Ölmeden ölmek… Bir başka deyişle; ölünce uyanmak ve her şeyde hakikati fark etmek. Öteler ötesini ruhunuzun her zerresinde duymak… Bu nasıl izah edilebilir ki? Sonsuzluk… ve bu sonsuzlukta yok olmak. Bu sebepten: Duymadan hükmünü eridim, bittim Dahası: An sende değilse ben'i de ittim Yaşamadaki sır perdesi anlamını bu mısrada bulmuştur artık. İnsanı insan yapan da bu aşk değil mi? Leyla ile Mecnun’daki aşk gibi… Derler ki aşk bir surettir beşeriyette görünür ancak bu bir yansımadır. Varlıkta yokluk dolayısıyla: ölmeden ölmededir. Ve bunu şu şekilde doğru bir şekilde de okuyabiliriz: yoklukta varlık! Ancak şair “Asi Rüzgâr” isimli şiirinde ki anlatım da hal oluştan öte varlık-yokluk âleminden uzaklaşmakta olduğu görülür. Bu farklılığı sözü edilen şiirin yapısında aranmalıdır. Bu şiir de objektif bir değer yargısı vardır ve insanın sırra giden yola bir açılım olarak kabul edilmelidir. Yoklukta varlığı bulmuşsan eğer Çözmüştür en yüce sırrını keder Hayatın kederlerinden sıyrılmanın ne gibi sevgi ve tevekküle vakıf olunduğunun bir çözümüdür. Her zorlukta mutlak bir çıkış yolu bulunmalıdır. Ancak:”Ayağa Kalk Asalet” şiirindeki gibi ne geçici bir sevda ne de insanın kahrolmasına sebep günahkârlıktır, aslolan: beşeri duygulara set çekebilmektir. Bir gülün çığlığı kadarmış sevda süresi! Tut ki yataklara düştü vebal Ney’in Nazı’nda ince ve derin dokunuşlar… Şair’in iç dünyasını yansıtmada lirik ve lirik olduğu kadar hüznün iç çekişlerinde musikinin kederini hissetmek ve yaşamak… Her ne kadar “Ona” şiirindeki gibi kendini bulamıyorsa da Nuray Alper’in Bu şiiri mana ve tasvir olarak etkileyici. Kaldırımları soyan lekelerin nurunda Suları yıktı bir ezginin çağrısı... Kaç yüzüne kapandı, iniltinin sabahlar... Ney’in nazını; Kaç fikir duyar? Şair’in şiirinde: sonsuzluk merdiveninde basamakları yukarı doğru çıkışının ciheti açık olduğunu müşahede ediyoruz. Sevgiyle yazılan şiirinin ölümsüzlüğünü belirtiyoruz

SÖZÜMÜZ BAHARA


Kar yağar, fırtına çıkar,buzlar kaplar ortalığı;soğuk keser her yanı;tavuklar gibi insanlar da üşür çekilir inzivaya ama köpekler üşümez.Üstelik kışta kıyamette hep köpek izlerini görürsünüz.Kışa dayanıklıdır bu hayvanlar.
Böyle soğuk ve karlı bir gündü...
Ağır aksak yürüyen bir köpek yanımdan geçiyordu ve köpeğin üzerinde kırağılar vardı.Ürperdiğimi hissettim,o anda üşümüştüm adeta.Yüreğim burkuldu ve acıma duygusu kapladı içimi.
Karlar yağdığında ortalığa çıksalar, karlar üzerinde cirit atsalar da insanda var olan acıma duygusu beliriyor,hüzünleniyorsunuz.
Bir de insanın insana acımadığını düşünün!
Gaddar,zalim,acımasız;hiçbir şeye karışmayanlar! Her bir şey de mutlaka menfaat düşüncesinde,beklenti içinde olanlar…
Acımasız insanlar!Bu tür insanları düşündüğümde iki ayrı ben, ben de ortaya çıkıyor.Birincisi diyor ki; Allah kahretsin, bırak şeytanından bulsun;değer vermeyeceksin böylelerine:iyilikten anlamaz,nankörler…İçim de binlerce olumsuz düşünceler çoğalır da çoğalır.Bazı sözler gelir dilimin ucuna lakin bir şeyler diyemem;cahile doğruyu söylemek,yanlışı göstermek o kadar müşkül ki…Ne derseniz deyin fayda etmez.Huylu huyundan döner mi?İkincisi ise şefkate geliyor ve ; Allah ıslah etsin.Bu insanlarla ilgilenmeli,kötü huylarından vazgeçirmeye çalışmalı;iyilik yapmalı ki iyiliğin kıymetini anlasın;kendisine değer verildiğini bilsin! Su testisini dolduranla kıranın bir olmadığını anlasın!Fakat söz dinlemeyene nasıl söylemeli,nasıl anlatmalı?Her insanın mutlak iyi bir yönü var olmalı;en doğrusu o anı gözlemeli ve eşref saatinde yaklaşmalı değil mi ya? Bendeki ötekini aramaya/ayırmaya çalışırken bu insanların ikiyüzlü oluşları beynimi tırmalamaya başladı.Boşuna mıydı hinlikleri?Doğru insanların yanlış yerde bulunmalarında bu ötekilerin fink atmalarının hiç mi payları yoktu?Bütün sebepler iç içe girmiş adeta bizlere bakıyordu.Bir bit yeniği,binlerce nane yemişlikler boşuna değildi herhalde!..”Beni bir sen anladın ama yanlış anladın” ironik aldatmacasında; “maksadım bu değildi inan ki” sözlerinin saiklerinde saklıydı belki de.
Evet, karlar yağar,güneş eritir ve dona çeker buz olur;kayganlaşır bütün yollar…
Ya insanlar!
Onlar da bu kayganlıkların baş aktör veya aktrisleri sanki.
Şu karlar bir kalksa;kayganlıklar bir son bulsa,buzlar çözülse,hayat yine eski mevzuuna kavuşsa,bahar gelse! Canlansa her yer,her şey.
Ruhlar huzurla dolar mı?
Belki…Olmalı ama…
Olmalı olmalı da ama nasıl?Hangi yürek, hangi vicdanla?Gözler kararıyor,beyinler iyice küçülüyor,sulanıyor..Suyu çıkıyor her bir şeyin,değerinden daima kaybedişler sürüyor,
karamsar duygular kaplıyor ortalığı.
Hayır,olduğundan fazla karamsar değiliz.Ancak hayat bazen bir mızrak boyu kadar ve ancak ile başlıyor çoğu kez çözülmeler.Hasret duygularımız çoğaldıkça daima bazı iyi yanlarımız kaybolup gidiyor ve arkadan bakakalıyoruz ve hep bekliyoruz;bekleme ve beklentilerden bazen yılgınlık yaşıyor ve bitap düşüyoruz.Umutlarımız hep başka günlere kalıyor;her şeyimizi düşlerde yaşatmaya çalışıyoruz.Fakat düşlerimiz de kırılganlık gösteriyor ve belki de kan ve göz yaşlarının ortasında batağa çökmüş bir hal üzere görüyoruz kendimizi.,
Kötümserlik ne feci!
Bütün varını yoğunu bir çırpıda bırakanlara inat bir kiprit çöpüyle Romayı değil belki ama ruhlarını yakanların ortasında iyilik perilerini bekliyoruz.Bütün ümitlerini başka bahara bırakanlar hangi emellere tutsak ediliyor…bir bilinse!
Arzular, bütün kem duygularla sarmaş dolaş sanki.Arınamıyor;bulanıyor da bulanıyor habire.Özünden bir şeyler yitiriyor;mutlu günlerine dönemiyor.Kelebekler gibi özgürce kanatlanıp uçamıyor;çakılıp kalıyor.
Bütün ümitlerini geleceğe bağlayan insanlık bilmeli baharlar hiç bitmeyecek!Fakat bu kısır döngü hep yalancı baharlar gibi: bir nisan yağmuru,bir temmuz güneşi arasında gel-gitlerle, her yeri kaplayan beyaz örtüler arasında zuhur edecek!
Ve belki umutlarımız bir yanıp bir sönecek.
Ocakların sönmesi,ev barkların yıkılması;sığınılacak bir yerlerin daima özlemi içinde tertemiz duygular içinde bulunulmaya çalışılması;zibilde açan papatyalar gibi gem vurulan arzuları çıldırtacak!Coşkun ırmaklar gibi değil ama insanı yutan,alıp götüren seller gibi bütün özlemleri köreltecek…Çünkü:hayat her türlü alavere-dalavere içinde geçiyor.Hayatı hala tombala sanan insanlar olduğu sürece bu vaziyet böyle devam edecek.Göz yaşları hep içe dönük akacak,tebessümler sanki kurumuş,çatlamış dudaklarda belirecek!Sirkülasyonda savrulup giden sigara dumanları gibi genç taze hayatlar savrulup gidecek!Ümitler yeşermeden ayaza çalacak!Topraklar hırsından çatlayacak,ağaçlar rüzgarların hışmından çatlayacak!
İnsanlık teknolojinin ganimetlerinden yeterince olumlu faydalanamadığı için hep “depresyondayım” şarkısını eski plaklar gibi çalacak.
Çıldırmanın eşiğindeyiz.
Dehşet olan da bu!
Saadet asrının gül yüzlü insanları…Yine tabiat o saflığına sütbeyaz örtüsüne büründüğü vakit, üşümeden alnını ufka kaldırarak gönül rahatlığı içinde baktığında uçsuz bucaksız her şeyin yemyeşil olduğunu görecek.Ruhtaki sıcaklık muhtemel ki buz kesen havaları da yok edecek.Bitkiler yeşilin hercai renginde kendini boy gösterdiğinde yeni doğuşların muştusu bütün benliği kaplayacak.Saf çocukluk günlerimiz geri gelir mi bilinmez ama yeniden doğmuş gibi olacağız.Netice de insanın kendine gelmesi beyinlerde başlayıp ruhta devam etmiyor mu?
Bahar!
Hayatın dirilişi bunda;yaşaması bunda, var olması onunla kaim.Bahar gelince altın sarısı günün mutluluğu yüzlere bir adım kadar yakındır.Ova bucak,dere koyak her yerde izbelikler yansıyacak,tozlu yolları bütün saflığıyla duyan,gören bir köy çocuğu tazeliğinde yaşanacak bu baharlar…kim bilir?!...
Soğuktan ellerli tutmuyordu.Yerinden kalktı ve pencereden dışarı baktı.Biraz önceki sisli ve soğuk bir görüntüdeki hava kaybolmuştu.Sonbahar yine eski sonbahardı ama yapraklarını kurutmuş ağaçlara ışıklar vuruyordu.Kışın dahi yok edemediği taş kenarlarında, ayak izlerinin değmediği yerlerdeki kırlar da parlıyordu.Derin bir nefes aldı ve dışarı çıktı.”Derman sendedir” diye bir türküyü defalarca duymuştu.İşte bu türkü ile adımlarını atarak yürümeye başladı.Her yer bir başka görünüyordu her yer ve bu kış mevsiminin üşütücü yanının hiç olmadığını düşündü.Bu hal güneşin yazdan kalma görüntüsü kadar yüreğinin sıcaklığının da bir sonucu olmalıydı.
Hey güzel günler hey!

DİRİLİŞ MUŞTUSU


Hava kararıyor ve bir sis bulutu gibi çökecek birazdan. Bu havaları bilirim. Kasvetli bir hal gelip bulsa yüreğimdeki bütün karamsar düşünceler yerle bir olur. Kederlere kapılmaktan öte bir şeydir bu… İçimi sıkıntı basacak yerde kendimi olduğunca rahat hissederim. Nedendir bilmem bazıları böyle durumlarda hüzünlere kapılır. Romantizmin kucağında bulur kendini. Derderst oluverirler. Yılgınlık değil ama sanki dünyanın bütün yükünü kendi omuzlarında hissetmek… İnsana nasıl huzur verebilir ki? Özgüveni nasıl yakalar ki? Böyle bir hal içinde olanların kendini iyi hissedebilme şansları o kadar zayıf ki… Ama yine bazılarında bu hal tam tersi de olabilir. Bunu da bir ihtimal olarak kabul ediyorum ki bende böyleyim nitekim. Hüzünlerde umut ararım, umutla bakarım. Bakmasam ne olacak ki? Umutsuz yaşamanın bazen ne hayal kırıklıklarına yol açtığını bilirim. Umut, hülyalarımızı süsler. Bizlerin iyilik perisidir sanki. Ya bir de bu hülyalı düşünceler yok olup da bizleri hüsran kayalıklarına sürüklerse… Hüsranı düşünmek insan için öyle müşkülpesent bir hal ki. Kader gibi insanın içine oturur da kök salar. Öyle bir hal içine girerseniz bazı şeylerden kaçamazsınız. Kendinizi karamsarlık içinde bulursunuz. Böyle bir hal içinde olmanın bir de dayanılmaz olduğunu düşünün!
Birazdan havanın rengi değişecek. Kendini hüzünlere bırakan kurşuni rengi açılacak. Cam gibi parlayacak belki de. Kendimi daha iyi hissedeceğim. Rahat olmadan da öte bir şey olmalı… Tarif edemediğimiz ama muhakkak ki huzurun daha bir huzurlusu hal içinde olmak! Mükemmel gibi bir şey. Ama mükemmel kavramını yerli yersiz kullanmak da istemiyorum. Ama işte öyle bir şey!... Buna güzelin güzeli diyelim. Güzel evet güzel!
Güzel… Evet, güzel. İnsanların iyi duyguları yaşamasına sebep olsa da insanlar buna vuruluyor. Hem de can evinden. Güzele ve güzelin güzeline vurgun olmak! Bedbaht, hayal kırıklıkları içinde berdevam eden; adeta ruhları köhnemiş ve bir nevi kendilerine kaderciliği seçmiş gibi olan insanları istisna edersek: insanlar güzeli arzu ederler… Arzu etmekle kalmazlar hep güzele bakarlar, güzel yaşamak isterler; güzel duymak, güzel görmek, güzel düşünmek ham hayaliyle avunurlar. Zira her şeyde güzeli görmeye çalışmakla güzel yaşamak birbirinden o kadar ayrışır ki. Belki güzel olurlar, güzel giyerler, zariftirler; güzelliğin bazı unsurları üzerlerinde muhakkak ki vardır ama birçok güzelliği bir anda yaşamanın imkânsızlığı da ortada nihayet! İstediğiniz kadar güzel olun ve güzel düşünün güzel bakabildiğiniz nispette güzel yaşamaya çalışabilirsiniz. Güzellik denen o asalet her yönüyle ne karşımızda olur ne de yanımızda. Fakat güzellik için en çıkar yol güzel düşünmekten geçer. Güzel düşünen hayatın sırrına vakıf olur. Ancak yine de hayatımızı güzelliklerle nizam verebilmemiz pek mümkün değil. Şurası hakikat ki ne kadar güzel olabilir isek o kadar hayatımız aydınlık içinde kendini bulur, yücelir ve kendine gelir. Bazen mülahazalar içine dalınca insanların güzellikler uğruna nasıl harcandıklarına şahit oluyorum. Evet, güzellik veya güzellikler insanoğlu için bir hayal olduğu sürece insanlar ya aldanacaklar ya aldatacaklar ya da harcanacaklar. Güzellik denilen o efsunlu şey insanları yakar, köz eder. İşin aslı insanın ruhu ile ilgilidir. Güzellik ve ruh ikisi ya dost ya da birer hasımdır… İnsan itiyadı nasılsa öyle bir hayat sürer. Kötü düşüncelerle boğuşan insanoğlu kendine bir güzel yol bulmaya çalışmalı ama bunu kendine tek yol olarak benimsememelidir. Kendi mizacınca hayatına bakmalı, doğal olmalı, dürüst, edebice yaşamaya özen göstermelidir. Belki de tarif ve tasniflere sığmayan güzellik buradadır.
Güzelliği yıkan güzellikler…
Belki tuhaf olacak ama güzellikleri yaşayamayışımızın saiklerinden biri de budur. Güzelliğin güzelliği yok etmesi, bitirmesidir. Egoist zihinler güzellikleri kendi hayatlarında görmek istemelerinden herkesin sevebileceği şeyleri yok ediyorlar. Bu paylaşımı bir kenara kaldırmaktan öte bir şey değildir. Toplumun arzu ettiği ortak değerleri sadece ve sadece kendi hevesi gereği arzu etmek! Kendi arzusunca yaşamak!?... Bencil yaşayış olarak nitelenebilecek bir hayat tarzı. Bu öyle bir yaşayış ki filmlerde bile etkinsi gösteriyor. Belki zihin karmaşası gibi gelebilir ama sırf dizi veya filmin heyecanı yükselsin diye haset düşünceler ifritçe ileri sürülüyor. İnsanların çekememezliklerinin bir göstergesi gibi gelse de bir heyecan uğruna bunlar yapılıyor. İnsanların zihinlerine yerleşen bu vb. düşünceler sebebiyle iyi ve güzel hasletler birer birer yıkılıyor. Çirkin emeller bu sayede gelişiyor. Güzelliklerin yok edilmesi toplumun adeta genlerine işliyor. Bir ağacı kırmak veya kesmek, birinin iyi davranışlarını hazmedememek, olgunca tavır besleyememekten sadır olan bu tür davranışlar sebebiyle güzele bakan gözler başka yerlerde yitiyor. Güzele bakmasını öğrenemedik! Sevgiyi kendimize şiar edinemeyişimiz hoşgörü geleneğini derinden sarsıyor. Bütün olumsuzlukları bir ur gibi bünyemizi rahatsız ediyor. İnsan rahatsızlığı kendine dert edindiğinden hoş duygulara set çekiyor. Bu konuda bütün maharetini sergilemekte bir beis görmüyor.
Güzellikleri yıkan öldüren bir diğer güzellik ise sevginin karasevda gibi ruhları sarması. Aşırı sevgi paylaşılamayan, kıskanç sevgi nedeniyle insanların benimsediği, beklediği, umutları, hülyaları bir bir ölüyor. Adeta içe kapanık, ilkel bir yaşayışın deva bulmaz sendromu… Muhakkak ki böyle bir kapalı düşüncede sosyal buhranların; aile veya çevreden kaynaklanan amilleri olmalıdır. Yani bu biraz da psikolojik vakalardan ibarettir. Hassas ruhların iyi duygularla sermest olması bunun bir nedeni olabilir. Bu sebeple kırılgan, histerik ve bundan dolayı zafiyetler sevginin çevreye yansıması bir yana güzelliklerin gelişmesini bir anda bitirebiliyor.
Bir şeyleri kaybederiz. Kaybettiklerimiz önemli olabilir. Bir daha elimize geçmeyebilir de. Hayıflanmalarda gidenleri geri getirmez. Eğer insanın odaklanması muhtemelse ve sonuçta bir şey de yapılamıyorsa insan öyle bir hal içine girer ki, yeri gelir kendini yer bitirir bu da yetmez çevresine zarar vermeye başlayabilir. Arzu eden gönül neler yapmaz ki bu uğurda?!... Hayatın zehir olması bundandır. Düşününki bacalardan dağılan zehirler insanları nasıl etkilenmez. Sonra da yine ailede başlayıp devlete varana kadar bir yığın mesele ki çözümlenmeye çalışılsın. Bu bakımdan her fert kendine bakmalı, problemlerini halletmese de başkalarına sirayet ettirmemelidir. Toplumun etkilenmesinin sebepleri arasında insanların, ailelerin ve cemiyet veya teşekküllerin olumlu olumsuz tepkilerinin mutlak yeri vardır. İnsanların bunalım geçirmeleri, cinayet işlemeleri, aile kavgaları, çarpık ilişkiler ve sayılamayacak kadar çeşitlilik göstermesi.
Bütün olumsuzluklara, yığın yığın meselelere karşılık çözüm yolları yok mudur? Elbette vardır. Mutluluk, sevinç ve paylaşımla kendini bulan gelenekle bütünleşen ortak değerler sevgiyle, inançla kendine gelebilecektir. İnanç ve sevgi insanlar için büyük güçtür. İnanç olmadan sevgi yürekte yeşerir mi? Belki yeşerir ama gülün ömrü gibi tez vakit solar. Bir inanca sahip olmayan insanların da ahlaki değerlere sahip oldukları ifade ediliyor. Ancak inançtan beslenen insanlar manevi olarak mutlak bir rahatlama içine girerler. İnançsızlık ise insanda bir boşluk yaşatır. Sürekli rahatsızlık, tedirginlik ki gelecek kaygısını daha fazla hissetmek kaçınılmazdır. İnan için huzuru yaşamak kadar gereğini yapamamak, olgun davranışlar, düşünceler içinde olamamak da huzursuzluğun sebebidir. Toplumdaki rahatsızlıkların nedeninde mütekâmil olamayışın etkilerini ve sonuçlarını görmek mümkündür. Her insanın kâmil olması düşünülemez ancak buna rağmen öyle yapıda olanların varlığı da bir gerçektir.
İnsan olarak; düşüncelerimiz, yaklaşımlarımız, bakışlarımız farklıdır ve bu farklılıklar içinde huzura dayalı zenginlikleri bulacağımız göreceğimiz yerde bütün ümitsizleri kuşanıyoruz. Hep acıların edebiyatında buluyoruz kendimizi. Dünyamı böyle kurulmuş, insanlar mı böyle doğmuş, bize böyle bir hayat mı vaat edilmiş… Hep aldatış ve aldanış!... İnsan fıtratında bunlar yoktur. Melekler gibi saf, sade iyi bakan gözler görürüz. Bebekleri, çocukları neden fazla severiz? İhtiyarlara neden acırız, mütebessimiz? Güç olmadığı veya takatten düştükten sonra ha bir çocuk ha bir yaşlı ne fark eder ki… İkisi de korumasız ve yardıma muhtaç birer varlıktır. İçimizdeki sevgi bundandır. Onların hali bize mutluluk verebilir. Çünkü zararsızdır ve artık yapacak planları da yoktur. Yüzler de saflık görünür. Biri geleceği göremediği diğeri ise hayata tutunuşun çaresizliği içindedirler.
Hayat; masum, sade, tatlı, hoş olduğu vakitler güvenilir olabilir. Güven duygusunu kuşkusuz bunlar tam olarak sağlamazlar; insanların huyları, tavır ve davranışları da etkili olur. Ancak bir de insanların güçleri kalmadığı anlardaki davranışları. İnsan kendini ne kadar güçlü görürse o kadar pervasız da olabilir. Gücü iyi yönde kullanmakla güzelliklere ulaşmak mümkündür.
Yağmur yağmaya başlıyor. Topraktan henüz kokular gelmiş değil. Zira kışın donukluğunu yeni yeni atmak üzere toprak üzerinden. Her yer, her şey yeniden uyanacak. Dallara sulara yürüyecek bir yerlerden sızacak cemre hayat. Muhakkak yeniden canlanacak her şey! İnsanlar neşe içinde olacaklar. Hayatın hazzı duyulacak! Yaşamımızın neşvü nema bulduğu böyle bir bahar ayında yeniden yaşamak hayatı! Ama düşülen hatalara ve yanlışlıklara kapılmadan. Sevgiyi hayatımıza hâkim kılarak!
Yağmura bakıyorum olanca hızıyla iniyor. İnsanı üşütüyor adeta. Olsun! Bütün güzellikleri bekleyerek yeni bir günle gelen dirilişin muştusudur bu!

AKŞAMLAR


“Akşamlar”şiiri her nedense bende Ahmet Haşim’in şiirlerinde olduğu gibi sembolizmi hatırlattı. Şair Leyla Usta; hayatı Akşamlar’da yaşatır, gerçekleri yine akşamlara yükler. Şiirde, şiirin adına uygunluk arz eden zaman bir bütün olarak karşımıza çıkar. Şair, hayali olarak akşamları canlı görmek veya canlı yapmak arzusuyla ve fakat bizlere bunu bir pencereden seyrettirir adeta. Bu bakımdan akşamda insan hayatında ne varsa, dile getirilsin veya getirilmesin sade bir anlatımla tasvir edildiği görülür. Bunun için hayat akşamdır ve akşam her bölümde dile gelir, dolayısıyla; hüzünlü bir gözdür, hayali gerçeğe dizendir, sevmeyi sezendir, ümitleri ezendir, akla ziyan edendir, bezginliklerin neticesinde de vicdanın sırrına erendir.
Leyla Usta’nın penceresinden şimdi bir akşam yolculuğuna çıkalım isterseniz…
İlk dizeler akşamın mevcudiyetini ifade eder:
Güneş derinlere daldığı zaman
Hüzünlü gözlerle gezer akşamlar
Akşam güneşin batışıyla kendini gösterir. İnsanların akşama bakışları kendi ruh hallerini yansıtması açısından önemlidir bu bakımdan şair, akşamlarda hüznü görür, yaşar ve yaşatmak ister. İnsanda hüznü akşamlar neden yaşatır ki? Şair buna insanın düşüncelerinin gerçekleşememesinin verdiği umutsuzluklar nedeniyle hayale kapılmanın bir netice olarak der ki:
Elinde bir umut dilde son aman
Hayali gerçeğe dizer akşamlar ilk mısrada görüldüğü gibi umudun tükenişi dil de tecelli etmektedir. Ufuk sinesinde al ışık yakan bütün gözler semaya arkılar sahilden ışık
Ufuk sinesinde al ışık yakar
Bir an bütün gözler semaya bakar
Şarkılar sahilden engine akar
Sevmek zamanını sezer akşamlar.
İkinci kıta hüznü geride bırakmış şarkıların ritminde artık sevmek zamanı vardır, hayatta böyle bir akşamı yaşamaktadır.
Sokak lamlabaları bir bir yanarken gönlün kendini tekrar romantizme kaptırır. Yürek titremesi kadar her yüzde; insanda aranıp da bulunmayan veya görülmeyen sevginin izlerinde çaresizlik vardır. Seven yürekler kendini zamanla kederli hissetse de insan üzerinde özellikle akşamların da kasvetli bir havası vardır. Bunun nedeni ise yalnızlıktır. Bu yalnızlık kendini ancak akşamla bir teselli bulabilir. Havanın kapanmasında kendini mutena, herkesin içinde ve fakat herkesten gizli bir garip dostluk… Bir bakıma akşam kederli yüzler için bir sığınaktır.
Dördüncü kıta diğer kıtalara göre bir farklılık taşır. Bu mısralar bir kederli iz düşümünden öte insanın insanlarla hesaplaşması gibidir. Maske ile huy, kirli sular ve oynanan oyunlar bir gönül sevdasının haricinde insanda bezginlik uyandırır. Ancak, seven gönüllerde de bu sevginin dışında ancak sevgiyle beraber insana etki eden dış tesirler akla gelmektedir. Bir taraftan severken diğer taraftan nefret eder gibi bir duygu ki şair’in mısralarındaki bezginlik sürekli bir arsız oyundur.

Ses vermez sinede dinmeyen derde
Çekilir üstüne en kalın perde
Güneşin yolunun bittiği yerde
Akla son çizgiyi çizer akşamlar.
Bir önceki dörtlükte olduğu gibi muzdariptir sine bitmeyen dertlerden. Bundan dolayı bir perde gibi çekilir insanın üzerine ve artık ne akşamın insana verebileceği bir şey vardır ne dertleşeceği.
Böyle bir durumda akşamla başlayan yalnızlık iyice belirginleşir. Artık pişmanlığında fayda etmeyeceği hayaller vardır insanın karşısında bir gölge gibi duran.

Sonunda yalnızlık karaya vurur
Islak kaldırımda bir gölge durur
Pişmanlık dilinde acıdan kurur
Vicdanın sırrını çözer akşamlar. Bir gemi kalkar bu limandan misali son mısra her ne kadar muğlâk ise de akşamın söylediği bir gerçek kalır nihayetinde.
Akşamlar şiirini bir gönül ile başlayan ve aslında insanın kendisiyle de hesaplaşmasını konu alan ancak işaret ettiği hakikat ise insanın dışındakilerle olan aynı hesaplaşma içinde olan bir şiirdir. İnsanın rahatsız olduğu, toplumu kemiren ve hep hesaplar üzerine dönen duran bir oyun. Şair, toplumun yaşayışındaki çelişkileri kendine dert etmiş görünüyor. Şiir kapalı olmamakla birlikte başta da belirttiğimiz gibi biraz da sembollere bağlamış bulunmaktadır.
Leyla Usta’nın yazdığı şiirlerde ne tam karamsarlık ne de tam iyimserlik vardır. Şair, kozasını sevgiyle örüyor ve toplumun meselelerini kendine dert ediniyor. Bu bakımdan da şair’in toplumcu bir bakışla düşüncelerini şiirlerine yansıttığını mülahaza ediyoruz.

KIZIL TAŞLAR



Issız ve sessiz bir seher vaktinde,
Ağırmış saçlarımı savurursa rüzgâr,
Yorgun bir dalganın kollarından düşüp,
Vurursam kıyılarına, toplama beni…

Bırak dağınık kalsın ıslak saçlarım…

Bırak yankısız çığlıklar atsın,
Yetim çocuklarım…

Bırak;
Alsın alacağını benden,
Çıkarsızca gönül koyduklarım…


Ve kanlı yaşıyla yıkansın,
Maziye her dalışımda
Dibinden toplayıp çıkardığım
Kızıl taşlarım…

Leyla Usta


İnsanın kendi haline bırakılma gibi bir duygu vardır ya Leyla Usta “Kızıl Taşlarım” isimli şiirinde böyle bir duygu yoğunluğunu sitemlerle yaşatmak istiyor bizlere. Bunun için diyor ki:
“Issız ve derin bir seher vaktinde”
Kendi halinde kalmanın da derinliğini yaşamak; yalnızlık duygusunu hissederek ve yılların insandaki izlerini “ağarmış saçlar” gibi tavsif ederek ruhunun enginliklerinden seslenmek…
Şair işte bunu yapıyor.
“Kızıl Taşlarım” şiiri yorgun bir insanın duygularının dışa vurumudur. Ancak sitemlerle yüklü olan şiir de yetim çocukların acısını; duyulmayan çığlıkları kadar; haklı gönül dokunuşları ve azabı hatırlatırcasına tasvirlerdeki mazi ile insanın yüreğini kanatma gibi bir serzenişe tanık olursunuz.
Leyla Usta’nın şiirlerinde genelde ümitsizlikler görülmemesine rağmen bu şiirin muhtevasının içselleştirerek kariye sunduğu açıktır.
Anlaşılan o ki her insanın yaşadığı anılar ve mazinin ve halin tesiri insanı burkuyor; yüreğini acıtıyor.
Bu yürek acısını hangimiz yaşamıyoruz ki?...
Şair bu kafiye ile örgülenmiş güzel şiirinde sevgisini bir yana bastırarak kör ve sağır olanlara sesleniyor; haykırmak istiyor.
Çıkarsız bir sevgi şu dizelerde açıkça belirmiyor mu?
“Bırak:
Alsın alacağını benden
Çıkarsız gönül koyduklarım”
Uyaklı şiirleri kadar serbest şiirlerini de başarıyla sürdüren şair’i, bize hüzünleri yaşatsa da kutluyoruz.

GÜZELLİK DEYİNCE


Güzellik dendiği vakit hoşa giden, sevgi ve hayranlık uyandıran şeyler kadar, kusursuz da denilebilecek davranış ve yakışan şeyler de akla gelir. Her göz farklı gördüğü için güzellik biraz da göreceli bir durumdur.”Göz gördü gönül sevdi” sözü de bir nevi göz ile ruhun birlikteliği sebebiyle birbirleriyle alakalı bir güzelliğe başka bir mana teşkil eder.
Güzellikleri bazen tarif etmede zorlanırız. Çünkü güzellik ne anlatmakla ne de bakılmakla biter. Çoğu kez buna bir anlam vermede aciz kalırız. Zira bir şeyi anlatmada zorlanan insan gördüğü güzellikleri ne şekilde veya iyi bir şekilde anlatabilecektir. Üstelik güzellikleri her zaman da göremeyiz.
İnsanların hayatlarının güzelliklerle süslenebilmesi pek kolay olmaz. Zira ne kadar güzellik görünürse görünsün ona ulaşmak bazen mümkün olmayabilir. Güzelliğin görünmesi ve yaşanmasıyla insanın hayatı o güzelliklerle iç içe olabilir, olmasa dahi yakın hissedilebilir. Güzelliklerin yakınında olması insan hayatını bir başka yapar. Güzel düşünen ve güzel yaşayan güzel insanlara az rastlanır. Dediğimiz gibi bu bir sevgi ve hayranlık uyandıran hislerdir. İnsan içindeki güzellikleri kolay kolay çıkaramaz, dışa vuramaz. Ama bunu pek ala diline dolayabilir;”güzelim…”,”güzelce…”,güzel güzel…” gibi. Güzel sözler insanın dilinden ne kadar bal gibi akarsa da her zaman buna itibar etmemek lazımdır. Çünkü “güzellikle” diye söylenen sözcük “tatlılıkla” anlamına gelir. Bu sebeple insanın yüzüne tatlı tatlı gülen, güzel görünen bazı insanların içleri çok farklıdır. Tabi ki bu da bir itiyat ve mizaçtır pek de kolay değişmez. İnsanların itiyatları dedik de… Zaman insana çok şeylerin değiştiğini gösteriyor, bir bakıyorsunuz değişmez dediğiniz insanlar değişiyor; kuralları yerle-yeksan oluyor. Ne fikir kalıyor, ne duygu ne de vicdan. İnsanlar değişir de renkler değişmez mi? Yozlaşma(bazıları bunu yoz-kültür olarak görüyor) ne keyfiyet bırakıyor ne de kemiyet!... Adiyane şeyleri üstün meziyetler olarak telakki ediyorlar.
Güzellikler: her ne kadar insanlar değişse de değişmeyecek ve varlığını sürdürecektir. Çünkü güzellikler insanların gayretleriyle zaman zaman gelseler de Allah’ın insanlara bir lütfüdür. İnsan bütün güzellik umutlarını yaratıcıya borçludur. Nereye bakarsanız bakınız doyulmayacak güzellikler görebilirsiniz: ancak insanların bunu yaşamaya gücü yetebilir mi? Bu soru bile insanı hüzünlendirmeye birebirdir; kaybolan güzellikler insanlarda onulmaz acılar bırakması yaşanılası güzelliklerin bir neticesidir.
İnsanlar acı çekmeye alışkandır. Çilenin başa gelmesiyle bir anda kendini buna hazır hissedebilir. Rahatlık içindeki insanlarsa böyle bir yük karşısında bocalayacaklarını sanırlar nitekim böyleleri de vardır. Demem o ki çileye talip olmayanlar güzellikleri nadiren yaşarlar.
Ömer Seyfettin,”Her eser, tercümesinde aslının güzelliğini kaybeder. Bu bir hakikattir. Lakin her lisanın bir canlılığı, bir tabiliği vardır.” Dediği bu metinde dilin canlılığı ve tabiliği üzerinde durmaktadır. Bir şeyin aslının bozulması demek bir ölçüde güzelliğin de kaybolması demektir. Güzellik gelip geçicidir, değişim ve etkileşim güzelliğin bozulması için önemli bir tesirdir. Gogol’da “hayatta her şey çabuk değişir” demektedir. Güzelliğin veya güzelliklerin sıkıntılarla da bir ilişkisi vardır. İnsan hayatındaki güzellikler ne kadar çoksa sıkıntılar da bir o kadar azdır. Netice itibariyle hayat bir şekilde geçmektedir; hayatın güzel taraflarını görerek yaşamak varken sıkıntıları dert edinmek o güzelliklerin yerini elem verici şeylerle doldurmak anlamına gelir. Hz.Mevlana diyor ki:”Temizler kimlerindir? Temizler şu meydandadır: güzel güzeli sever güzel ister. Şunu bil ki güzel, güzeli cezp eder. Temizler, temizler içindir ayetini oku!”
Güzelliklerin kaybolmasının en önemli sebebi olarak sevginin yok oluşunu gösterebilirsiniz. Sevmesini bilenler, mutluluğun da güzelliğin de ne kadar anlamlı olduğunun idraki içindedirler.Güzelliklere ulaşmak sevgiyle başlar.Yani güzelliklerin sevgiyle iç içeliği vardır;her alanda olmasa da.
Güzelliği bir bilmece olarak gören Dostoyevski:”güzelli tanımlamak kolay değildir: güzellik bir bilmecedir” demektedir. Güzelliklerin yok edilmesi bir yana bazı güzellikler dünyanın altını üstüne getirebilir;yeri geldiğinde başa beladır bu güzellik…İnsanı aşka götüren bir yanı var ki bazen bir güzele insan bakmaya kıyamaz;dahası o kadar güzel birine insan bakmaya bile korkabilir,çekinebilir dahası utanabilir de.Bu durum da güzelliğin insanı korkutan,titreten ve çekindiren bir yanıdır.
Güzellik şumüllü bir şekilde ele alındığında;sanat,madde veya ruhla ilgili düşüncelerin güzelliğin oluşumunda yer aldığı görülür.Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi Tolstoy’a göre genel olarak nitelendirdiği güzellik:”insana maddi ya da uhrevi zevk veren çabadır.”Güzelliğin iyi ile de mutlak bir ilgisi vardır.Her güzel iyi olmayabilir,ancak iyi olan güzel olabilir.Bu düşüncelerimizi iki örnekle somutlaştırmak mümkündür;fiziki açıdan güzel olan bir bayan ahlaki açıdan aynı olmayabilir.Yüz güzelliğine ruh güzelliği yansımadığı veya birleşmediği bir durumda buna güzel demek vuzuhta kalmış olmaktadır.İkincisi ise sanat, insanla iyi olan çalışmalar neticesinde ortaya çıkar.Bir sanatta hayranlık, iyilik(buna ahlaki değerleri katıyoruz) zevk gibi unsurlar bulunmaktadır.Çirkin şeyleri güzel yapmak sanatı icra etmek olmaz.Sanatın işlevi bu değildir.Yani yalnızca zevkleri tatmin etmek sanat yapmak demek değildir.Bundan dolayı sanat bir anlamda hissederek,bütün insanlarla veya sanat severlerle paylaşarak sanat olur.Bu paylaşımda da güzellik olmalı,hayranlık uyandırmalı;güzelliğin en önemli bir tarafı olan rahatlama olmalıdır.Güzellik insan hayatında vardır,var olacaktır.Gerçek güzellikleri yaşayanlar hayattan da haz alarak ona vasıl olurlar.İnsanlar iyilik ve güzellikler için çaba harcamalılar ki hayal dahi edemeyeceğimiz güzellikleri ömürlerine katsınlar.

HER TAHAYYUL UFKUNDA BİR ASYA'LI YAŞAR


Düşler ırmağında derin bakan mutlaka bir çift göz vardır. Yalnızlık, özlem ve hüzünleri kuşanmak, nasıl bir duygudur? Bu ırmaktan da öte, aşağıya aldığımız şiir de görüleceği üzere insanı alıp ta, uzak iklimlere götüren ve duygu kesafetini yaşatan şiirler vardır. Serbest şiirler yazan, ancak şairliğini açığa vurmada alçakgönüllü bir duruş sergileyen Yasemin CAN, bakalım şiirinde neler söylemiş.
ASYA'LIYA
Bir de sen varsın Asyalı, düşlerimde sen varsın...
Ben ki tanrıçalarla yıkanırken Akdeniz’in turkuaz sularında Hera’yı kıskandıran tenimi Yalnızca ay yaladı, Bilesin Asyalı.
Ay yine erken doğdu Nilüferli havuzda parlıyor. Yabanıl ezgiler sararken akşamı Lirim de, yüreğim de ağlıyor Duydun mu Asyalı?
Yapayalnızım.. Olimpos’un tanrıları da yalancı çıktılar Zeus bile gözlerini kaçırdı Ah yalan! Her şey yalan.. Törenler yapılsa da Asil olduğunu ilan eden kanı bozuklar için Yaşananlar hep yalan.
Bir de sen varsın Asyalı Düşlerimde sen varsın.. Beyaz atın rüzgârları kıskandırıyor. Kılıcın, yiğitliğin timsali.
Ben... Ya ben Asyalı? Sarayın loş koridorlarında Şarap kokusu muyum? Yoksa Türkmen çadırında süt buğusu mu? Bunu bir tek sen bilirsin, Tarih bilmez, Söyle Asyalı.
Ah Asyalı Bir bilsen neler oluyor Teodosius var ya İşte o çılgın Bir öfke ile Vesta Tapınağı'nda aldı soluğu Ve söndürdü kutsal ateşi.. Varsın sönsün be Asyalı Söyle, yüreğimdeki ateş ne olacak? Anlat hadi!
Bakır Dağları’nda güneş batıyor. Bakır kızılı ve hüzünlü. Bulutlar beyaz derdin hep. Öyle derdin.. Ama çare yok ki karanlıklara Yok... Biliyorsun...
Dün akşam Olbia’dan haberciler geldi Gemici Markus dümen kırmış Güneşin battığı yere. Sonra da martılar çığrışırken Ellerinde şarap kadehleri Yeminler etmişler intikam için.
Ah Asyalı, ben de yeminler etsem diyorum İntikam için değil, aşk için. Ama olmuyor.. Olamıyor.
Biliyorsun Ben bu kentin mahzun kraliçesiyim. Derinlerde sızılarım olsa da Yüzümde ay parıltısı bir gülümseme, Kadersiz halkımın gururu adına..
Çimenlerin söylediği şarkıları dinle Asyalı Biraz soluklan. Bırak atın da su içsin göz yaşlarımdan Her bir çiy tanesi ruhumdan döküldüler Gör hadi ve dokun.. Dokun yalnızlığıma.. İyi bak ve söyle Akdeniz mi derin, gözlerim mi, Yoksa yapayalnız gecelerim mi..
İşte böyle Asyalı.. Tarihler ne yazarsa yazsın Sakın inanma.. Bir selamını gönder Bana yeter. Bilmelisin ki; Şair yüreğin her günbatımında Beni sessizce öper... Her insanın bir Asya’lısı vardır. İnsanın yüreğinde yanan ateşler vardır ve bu ateşler çoğu kez insanı derinden sarsar. Böyle bir yürek yangınlığında insan bir şeyler söylemek ister ve çaresiz kalır. İşte Asya’lı şiirinde “Anlat hadi!” suali bu çaresizlik içinde: “ Bakır Dağları’nda güneş batıyor. Bakır kızılı ve hüzünlü. Bulutlar beyaz derdin hep. Öyle derdin.. Ama çare yok ki karanlıklara Yok... Biliyorsun...” Bu dizelerde görüldüğü gibi tasvir zenginliği içinde kendisi cevap verir. Zira yürek yangınlığı artık hüzünlerle sarmalanmıştır. Şair, Ahmet Haşim gibi sembollere sığınır. Gemici Markus, güneşin battığı yere yönelişindeki tavsifdeki yeminleri hatırlatan şair alegorik bir serzenişte bulunmaktadır: “ Ah Asyalı, ben de yeminler etsem diyorum İntikam için değil, aşk için. Ama olmuyor.. Olamıyor” Bütün ümitsizliklerinde sızıları yankılanmasına rağmen yüzündeki “ay parıltısı bir gülümseme” bize hem Türkçenin duruluğunu hem de şairin yürek güzelliğini ifade eder. Artık yürekteki yangınlık dışa vurmuştur. Son dizelerde bir sanatçının izlenimci tasvirleriyle donattığı bir tablo vardır. Artık nefes almalı ve yalnızlık görülmelidir, dokunulmalıdır ancak hakikatte; görmekte, dokunmakta hülyadan öte bir şey değildir. Zira insanoğlu gördüklerini görmez, görmediklerini görür bir halde olduğuna göre gözlerin derinliğinde çoğu zaman kaybolmaktadır. Bu durum her bakan göz için de geçerli bir husus da değildir. Bu nedenle şair; derinliği en etkili bir şekilde ifade etmek arzusuyla şöyle seslenir: “ Dokun yalnızlığıma.. İyi bak ve söyle Akdeniz mi derin, gözlerim mi, Yoksa yapayalnız gecelerim mi..” denizle geceler eşdeğerdir ve ancak yalnızlıkla bir anlam kazanabilir. Çoğumuz bazı hallerde tarumar oluruz ve yalnızlığı hissederiz. İşte böyle bir yalnızlıkta gecelere sığınırız zira seven bir yürek için yalnızlık iyi bir limandır. Yaşanılan bütün olumsuzluklara karşılık insanın yüreğinde sevgi bir ümit halesiyle belirir ve adeta insanı sessiz sedasız sarıverir ve her gün batımı belki bir muştudur bu. Düşlerde yaşayan insanın duygularında, yer yer yüreğini kanatan ama acıtan ruhta yok olmayan bir sevginin izdüşümünde bir Asya’lı mutlaka vardır. Şair bu ruh halini güzel bir dil ve gönül gözüyle bizlere göstermektedir. Ancak düşlerin üzerimizdeki etkilerini düşündüğümüzde keyfe keder duygularla böylesine sevgileri kuşanmalıyız diyesi geliyor insanın. Yasemin Hanım, her ne kadar da şiirde mütevazi bir duruş sergilese de Türk şiirine hizmet edeceğini düşünüyoruz. Şiirlerinde lirizm, sadelik ve samimiyet kokuyor

TAHAYYUL ÖTESİNE MEKTUP

Günlük... 28.01.2007 - 12:44:37

Mutluluğunuza ortak olduğum için benim de yüreğimde sevinç var.Aile hayatını yaşamayan görür ancak istediği gibi düşleyemez ve anlayamaz da. Ama yine de bir şeyleri görür.Aile içi geçimsizlikler bizim toplumda gittikçe artıyor. Bunun sebepleri de var tabi ki. Ama yine de bir insan ailesine kin duyguları beslememelidir. Gerçi nasıl bir aile hayatı içindesiniz bilmiyorum ama, yine de siz bilirsiniz. Önemli olan sizin iyi olanız onun için diyorum ki içinizdeki kin size zarar verebilir bundan dolayı da temiz yürek birisiniz ve yüreğinizin incinmesini istemem. Bilmem beni anlıyor musun. Bunları,seni az da olsa tanıyan biri olarak söylüyorum. İçinizdeki insanlık sevgisini görebiliyorum ve bu sevgiyle iyi bir geleceğin hayalini kurguluyorsunuz:kurgular her zaman hedefine varmaz ama sizin yüreğinizdeki o büyük sevgi bunu başarabilecek güçte.
Şimdi kayıp kentin insanları gibi gönülden de ırak oldunuz?
İyi bir yaşama kapı aralamak isteyen sen ;sessiz sedasız,ardında hiç bir iz bırakmadan çekip gitmeli miydin? Her şey sadece varoluşun iz düşümünde aranmamalıdır,bilakis bunu anlamlı yapan bugünü hatıralarda bırakan bütün güzelliklerin varoluşunda anlamını bulmalıydı.
Güzel insan selamınla gülecek bu yürek diyor ki: geleceğe umutla bak ve sevgiyle kal

AŞK OLSUN SEVGİYE!



Hani çiçekler açtığında gelecektin ve ruhumu kanatlandıracaktın. Bütün ümitlerim senin gelişinle şenlenecek baharların en güzelini yaşayacaktı. El ele toprak yolda çıplak ayakla yürüyecektik; kepçenin yeni açtığı yolda. Ayağımıza yayılan serinlik bir yana elinin verdiği sıcaklık bütün ruhuma yayılacak ne kadar da mesut olacaktım; bir bilseydin.
Belki de toprağın kokusunu unutacak ve senin güzelliğinle mest olacaktım. Düşlerimde yaşayacak huzurum olacaktın. Yüzünde, gülüşünle güller açacak; rayihalar gibi yayılacaktı kokun bütün benliğimde.
Şimdi bütün güzel günler geldi geçti gözlerimden ve seni bu güzel günler hatırına kırık bir kalp sızıyla andım. Bu beni mutlu edecek mi doğrusu bilemiyorum. Dargınlığınla başlayan bakışların hala başımdan geçmiş değil. Keşke böyle kopuk olmasaydı hayatımız ve hüzünlerle de olsa buluşabilseydik. Ama olmadı, olamadı.
Üzülmenin verdiği mutsuzlukla insan nasıl harap ve bitap olursa, şimdi öyle bir hal içinde, birbirlerine el sallayan, yeni ve saadet içindeki genç sevgilileri görüyor ve onların suretinde seni tahayyül ediyorum.
Bu düşler ne vakte kadar sürecek; yoksa derin hülyalardan uyanır gibi apansız uyanıp bu kırıklıkları mı yaşayacağım. Yoksa hala bin bir ümitle de olsa bir gün dönersin diye mi düşünüp duracağım. Beni böyle düşüncelere salan pişmanlık mı yoksa bunun da ötesinde aşırı aşk histerisi mi onu da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa seni kendime bir müzik klipinin görüntüsü kadar gözlerimin önünde ve çok yakın hissediyor olmam.
Bu aşkın gücü; şu uzun vuran gölge gibi üzerimden çekilip gitmeden hala bir ümit, hala bir şans ve hala mümkün olabilecek vakit var. Bir kalp sancısı en ufak kırgınlıkların limanı olmamalı ki yüreğimiz hep olgun ve asil bakışlarıyla buluşabilsin.
Bilmem daha kaç kez trenler gelip geçecek evlerimizin yakınından ve her tren geçişinde senin söylediğin o umutlu sözü hatırlatacak bana bu raylı yollar. Sen ne demiştin: Asfaltlar cehennem sıcağı gibi yakan güneşin altında erip gider ama tren rayları demirden ve kolayca bükülmez ve bozulmazlar; aşkımız da çelik gibi güçlü olsun! İnsanın ruhunu titreten o buz gibi havalar aniden nasıl ki yok olup gitmez ise sen de öyle beni hemencecik terk etme! Bazı aşklar biliyorum ani bir ayrılıkla yok olup gider: bizim aşkımız yeni başlayan yeni milyonlarca aşkın başlangıcı gibi sonsuza dek ve sınırlar tanımazcasına sürsün! Sen istiyordun ki bu aşk her dem yeni ve taze bir filiz gibi sürüp gitsin. Evet, çok doğruydu bu ve inan ki bana ilk anda gerçekten de ütopya gibi gelmişti. Ama şimdi daha iyi anlıyorum ki keşke bu arzuyu yaşatabilseydin. Kuşkusuz bende bu sınırlar ötesi gibi sonsuz olabilecek bu güzel düşüncene katkı sağlayabilmeliydim. Ama senin yokluğunda bu müthiş hayal gücün bana yeni ufukların açılımı sağlamadı desem yanlış olur.
Yine eskisi gibi toprak yolda, el ele yürüyen bir birlerine âşık olmuş iki kişi gördüm. Ve ilk aklıma gelen sen oldun. Ne zaman aklıma gelsen masum ve o duru insanı etkileyen yüzün gelir aklıma ve bu hal beni alıp bambaşka yerlere götürür. İşte o anda her şeyin ne kadar tozpembe olduğunu ve nihayet gerçeklerle yüzmenin zamanı geldiğini düşünüp dururum. Biliyorum düşünmek çare değil, biliyorum türküler tutturmak da bir sonuç vermiyor bana ama ne yapayım gözyaşlarımı akıtamıyorum biçareler gibi; bu elimden gelmiyor. Onun için yüreğimden dökülen namelerle aşkın inanılmaz sınırlarını aşmaya büyük çaba sarf ediyorum. Yoksa tümsekte kalmış bir insanın ne gelir elinden? Ne yapar böyle bir aşkın sefaletini yaşayan bir kalp?
Ve onun için diyorum ki;
Bütün vakitler zamansız kapımı çalsa da
Kor olan yürek ne bekler
Çaresizliğin girdabında?
Ne bekler, sınırlar ötesine sarkmış ay parçası,
Mahzun mu, masum mu ya da nedamet tohumlarında kaybolmuş
Bir güzel?
Ey kâinatın en bakir yüzü
Ve çizilmemiş umutların sarkacında bekleyedursun tik takları
Gül ile olana
Sararıp solana
Bu ay dönüp dolana dek
Aşkım isyanım olacak!
Belki bu isyanla bütün ümitlerim ya yok olup gidecek ya da büsbütün ruhuma yeni iştiyaklarla gelecek. Kalbimde bitimsiz belki kırık aşkların hikâyesini barındırsa da sevginin gücünü bilmem kaçıncı kez diriltecek.
Bu sevginin anlatılması yaşanmasından daha müşkül ki sevgiyi içinde barındırmayanların da anlayabileceği bir hal de değil üstelik. Sevgi ve aşk… İki kanlı divane iki yoldaş iki sırdaş ve bazen de bütün deşifrelerin kilidi, tutanağı.
Bu tutanak ömrün bir yerinde saklıysa ki siz gelin de bunun yüceliğini anlayın!
Bütün duygular mahpus insanların gözlerinde, dudaklarında ve daha da önemlisi en mahrumiyeti tam açamadıkları kalplerinde.
O kalplerde ne saklıdır ve kazılıdır?
Bakabilen, görebilen ve okuyabilene aşk olsun!
Aşk olsun ki sırrını bulsun.
Bulsun ki o gizeme ersin ve de girsin!
Yok, olan bir şey nasıl ki var olursa var olan da yok olmaya namzettir. Varlık ve yokluk aşkın varlığında uzunca bir yol. Düşe kalka aşkın garipleri bu yollarda kendilerine ne zaman gelecek?
Sahi ne zaman?
Aşk yanılır ve yanıltır.
Aşk olsun sevgiye demek geliyor içimden: Aşk olsun!

BİR ÖMÜR GEÇİYOR



Ümitlerimizi hülyalara gömdük; çabalarımız hep boş yere kürek çekmekle geçti. Kavgalar içinde öldük öldük dirildik ama hiçbir yerimizden bir damla kan çıkmadı. Kaoslar hayat biçimimiz oldu. Hep mutlu olmayı düşündük. Sadece… Çaresizliğin girdabına çekildiğimiz de kendimizi mizana çekmedik! Hiç bir Allah’ın kulu da çıkıp bize Molla Kasımlık yapmadı. Ölçüsüz tartısız ve sergüzeştlerden farksız sokak aralarındaki çocukların dramlarını yaşarcasına yaşadık, tükettik genç ömrümüzü. Hangi gün kendimizle bir hesaplaşma içine gireceğiz? Ne gün yollar dostların kahvehanesine uğrayacak ve biz sahiden yıllara inat direnen benliğimizden ne şekilde ve nasıl sıyrılıp da kendimize geleceğiz? Hayat için atılan düşeşler hep yek geldiği; labirentlerde bir yol bulmaya çalıştığımız sürece bu umut: bu umutsuzluk hep sürecek! Ve bizler her şeye rağmen hep siyah gözlüklerle hayata hep pembe bakmaya devam edeceğiz. Sonu olmayan yıkımların,izimlerin,kalıpların arasında hep darba uğrayacağız..Hep iddialı ve şanslı hissedecek ve yarınların güzel şafaklarında demli çaylarımızı yudumlayacağız.Demlenmenin de bir bedeli olduğu gerçeğini göz ardı ederek.! Hep aynı şarkı, Hep aynı türkü… Caz gelse de bazı şeyler bize hayatımızın roman küsurunu poplamayla geçirmeye yeni yeni niyetlerin şerefine dans ederek geçireceğiz. Sahi nasıl olacak bu? Her seferinde ayağı kayan ve tutunamayanların hikayesi göz göre göre hep okunduğuna göre! ... Hayat insanların yaz- boz kâğıtlarından mamul olmadığına ve hakikatlerin insanı çile misali dokudukça dokuduğuna göre! En güzel söz henüz söylenmemiş, En güzel şarkı henüz yazılmamış Ve en güzel yer henüz keşfedilmemişken… Hayatın bu çetrefil kayağında daha çook kayarız! ! !

BİR AMANSIZ SEVDA


Her insan sever.Sevmek, insanlara Allah’ın bir lütfu.İnsan sevmeden yaşayamaz.Sevmek insan için çok şey mana teşkil eder
Her insan sever.Sevmek, insanlara Allah’ın bir lütfu.İnsan sevmeden yaşayamaz.Sevmek insan için çok şey mana teşkil eder.Sevmek demek var olmak demek; sevmek demek yok olmak demek! Büyük sözün gereği : insan sevmeyle var olduğu gibi yok da olabilir, dolayısıyla;sevginin varlığında yok olur; yokluğunda var olur! Sevgi üzerine söylenecek sözler söylenmiş olsa da yeni yeni sözler de söylenecektir.Bu söz de bizleri varlık-yokluk,yokluk-varlık ikileminde gezdirir durur… Aslında sevgi , sevda ve aşk üzerine sürekli şiirler yazılıyor ancak yine de Faruk Nafiz’in o güzel ve anlamlı şiirine atıfta bulunmadan da edemiyoruz:
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar
Eski aşkların dillere destan oluşu , küllenmiş nerde o eski sevdalar derken Kadir KAHRAMAN bir güzel AMANSIZ SEVDA ile karşımıza çıkıverdi.
Amansız Sevda şiiri dört kıtadan oluşuyor.İlk kıta, her aşıkta olduğu gibi ilk aşklarda bir güzeli görünce nasıl başladıysa ki genellikle o bakışlarla başlıyor:
Tutuldum gözlerinde sevda sağanağına
Alabora benliğim düştü özlem ağına
Azat için raptoldu iradem dudağına
Ruhumu ayrılığın süzgecinden süzdürdü
Amansız sevdan beni liman liman gezdirdi
Gözlerine öyle bir tutku ile tutunuş var ki bu adeta bir sağanak halinde tasvir edilmiş.Bu sağanak şairde altüst olan benliğini özlem çıkmazına; kurtuluştan tutuklanışa ki bu aklın, sevgilinin dudağıyla tasvir olunmakla beraber ruhtaki ayrılış adeta süzgeçten süzülürcesine resmedilir. Altüst olan, halden hale giren, tutkuyla seven bir sevda insanı liman liman gezdirmez de ne yapar! Hakikat bu ki sevdaya tutulanların deli divane oldukları böyle bir halde insanı sermest eder.
Şaşkınlık, tutku, özlem, ayrılıkla aşklar ne son buluyor ne de ilk kez başlıyor;insanın vücudunda alev alev bir yangın yerine çeriyor:
Bürüdü her azamı bir yangın ki;sönmüyor
İçimde bir kasırga başladı, hiç dinmiyor
Sana susuzluğumu hayalin de yenmiyor
Canımı yalnızlığa lime lime ezdirdi
Amansız sevdan beni liman liman gezdirdi.
İkinci kıtada;yangınla kasırganın buluşması insanın çaresizliğinden de öte şair, sıradan veya olağan tabiat olaylarının tırmandığı bir aşk ikliminde bizleri yaşatmaktadır, adeta. Seven insanın, aşkı benliğinde her daim duyması kasırga ve yangınlar bir yana çöllerde kavrulan sevdalılar gibi susuz kalınması bilinen bir şeydir. Bu sebeple şair; aşk şiirlerinin genelinde hakim olan yanma veya susuzluk ki bunda maksat sevgilidir;canandırbu mısrağında bu duyguları bizlere yaşatmaktadır.
Sevenlerin sevdiklerini birilerine benzetmekle beraber çoğu zaman sevgiliyi müstesna bir güzellikle övdükleri de bir vakıadır. Aşağıdaki mısralarda bu güzelliği kapalı bir şekilde ifade eden şair, kendini yine aşkın ulaşılmaz zorlukları içinde gösteren dekorlar çizer:
Bulamadım dengini,emsalsizmişsin meğer
Ruhumun kıyısını aşkın hırçınca döver
Heyelanlı varlığım hükmüne boyun eğer
Acı dolu anlarım,yaşamaktan bezdirdi
Amansız sevdan beni liman liman gezdirdi
Sevgilinin emsalsiz oluşu şiirin tamamında da görülür.Bu şekilde tanımlanan bir sevgili karşısında sevdanın amansızlığı; sevenin sevdiğine tam bir teslimiyet ifade eder gibidir. Aşkın duyguya ne kadar çok tesir ettiği baştan başa kurgulanan dizelerden anlaşılmaktadır. İnsanın içindeki kasırga, ki;
İçimde bir kasırga başladı, hiç dinmiyor mısraı ile; Ruhumun kıyısını aşkın hırçınca döver mısrasında çizilen aynı ruh halidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi seven insanın teslimiyeti şu mısralarda da görülür;
Heyelanlı varlığım hükmüne boyun eğer:tutunamayan, hükmedilen gönül, amansız aşk karşısında boyun eğer; ancak bu aşk arasındaki “acı dolu anlar..” aşkın veya aşkların adaletsizliğini bir kez daha gözlerimizin önüne getiriyor ki bu bazen seven gönülde bir bezginlik halinde görülebileceği gibi bazen bunun da ötesinde istenmeyen hallerde de görülebilir.
Amansız aşklar ki bu biraz da platonik aşklara benzer; eşit olmama veya bütün benliği ile sevilene tutulma,kendini onda bulma;ondan gayrı gözleri ve gönlü ile başka bir şey düşünmeme gibi bir haldir bu durum. Sevgili dışında her şeyin bir hiçlik olduğu duygusudur,yaşanılar veya tasavvur edinilen arzular ve sebeble de sensizlik demek adeta bir mahşer demek kadar da kati bir karardır:
Vazgeçmemi isteme, sensizlik mahşer demek
Canını zerre zerre kopar kopar ver demek
Bilesin ki; yetişmez;bu kadar yeter demek
Kök tutmuş ümidim, birer birer çözdürdü
Amansız sevdan beni liman liman gezdirdi
Sensizliğin mahşerinde hayat denen bir şey kalır mı?Kalmaz elbet.Bu sebeple yeterlerin bile yaşanan sevdada yetmez yanları olduğu gibi bir ağacın kökleri kadar sağlam olan tutkuya bağlı ümitlerin de birer birer çözülmesi sevdanın amansızlığını bertaraf ediyor gibi bir kapı aralasa da bu sevdanın; sıradan bir sevda olmadığı kesin, bariz ve ilelebet bir sevda olduğu aşikardır.
Aşık olan yürek yandı mı bir kez : ne susuzluk, ne kasırga ne de insanı içten içe kemiren duyguları kontrol edebilmenin imkanı vardır.Kara sevda olarak bilinen , şaire göre de amansız olan bu sevdaya vasıl olmadan başka da yapılacak bir şey yoktur.
Aşk, sevda ve sevgi üzerine yazılan niteliksiz şiirlere inat kararlı ve amansız bir sevda şiiri olarak, sevdanın dayanılmazlığını müşahhas bir şekilde ifade ettiğini şair Kadir Kahraman düşündürüyor bizlere.

HÜZÜN DUYGULARI


Bilmem kaçıncı kez yüreğim burkularak yaşarım hüzünleri. Ve ayrılık varsa, içim hep bununla doluysa, yoğunluğuna hayat bu duygularla bir oluyorsa ve efkâr basıyorsa her yanımı; söyleyecek ne bir sözüm kalır; elim, kolum, kanadım kırık ayaklarım alır götürür beni en ücra köşelere. Bu izbe yerlerde kimsesiz belki de hıçkırıklara boğularak hayattan kopmuş günlerin acısıyla yeni ağıtlar sessizce dökülür yüreğimden. Biliyorum ki ağıtlar yüreği bizarlara çareler olmaz; lakin yine de gözyaşlarını katre katre dökmekten yeğdir.
Körelen sevgiler; anlayışsızlığın dipsiz kuyularına salar beni.İyi günlerin sıcaklığına kavuşmayı hasretin bütün dayanılmaz kışkırtıcılığına rağmen mecalim kalmaz;bitkin düşen insanlara inat, deniz dalgalarının bir külçeyi kıyıya vurduğu gibi vurur beni.Ilıkça esen rüzgarlar ne kadar okşasa da gönlümü; avunacak her bir şeyden uzaklarda kendi kaderimi yaşarım.An olur belki bir kasırga gelir bütün karamsarlıkları örseler atar bir yana..belki… Kasırgadan bir şeyler ummakla nasıl çıkar bu akılla bu gönül yepyeni ufuklara?
Ateşin dumanlarında savrulan ten, közünde nasıl olur da yanmaz! Üzerimizden çıkaramadığımız benliğimiz bizi dertten derde salmaz da n’eder! Her şeyin tadı bir yerlerde saklı kalmış, unutulmuş isimleri dal uçlarında… Umutsuzluk ne feci… İsyanla hemşeri olan duygularla daha nereye kadar? Hangi gönül nerede mutluluğun salıncağına binecek ve coşkun nehirler gibi çağlayacak? Yollar çıkmıyor güzelliklere; güzellikler gelip de bulmuyor bizi ve güzellik diye bir batağa saplanmışız. Kımıldadıkça batıyoruz. Batacaksan bat ey gönül! Ey dünya isyanım: sükûtunu başına bir sevda melaneti olarak dolanmasıdır. Ne rüzgârlar, ne soğuklar ne de ateşli sevda hastalıkları getiremedi kendine. Böyle bir bela ki çıkmaz sokaklara götürür, yitik insanların hayatlarında bulursun kendini.
Bu hüzün duyguları ne gözyaşlarına, ne acıların tatlı hayallerine bir liman olur. Ne kadar durursan dur, ne kadar beklersen bekle bu limanın rıhtımı yok. Beklemek, düşlemek hep boşu boşuna. En iyi mutluluğu ve güzelin en güzelini kim bulmuş? Hep avunmalar ve faydalar üzerine kurulu hülyalar gibi bir hayat içinde gidip geliyoruz. Kendimizi hep olmak istediğimiz yerde sandığımızdan hayal âleminde yaşıyoruz, bulunduğumuz yerden bir adım ileri gidemeyişimiz hep sayıklamalarımız; sanmamızdır. Aslında her şey olduğu yerin gerisinde ve biz de bu gerçeği yaşıyoruz. Hayatın tatlı renklerinde iç içe olmak ve bunu bir ömür biçimi olarak görmek… Yaşadığımız gerçek bundan başkası değil. Nere ve nereye gidersen git varacağın yer bulunduğun yerdir! Ötesi: ötelerde; duyduğumuz, hissettiğimiz, sandığımız ve inandığımıdır.
Tabiatın başkalığı kendimizi sarmalıyor ve her şeyimiz değişiyor bunu biz çok mu çok az görüyoruz. Kendimizi dahi görmekten mahrumuz, biçareyiz. Sadece yaşlılık ve bünyemize rahatsızlık veren her neyse onu görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz. Bakışlar, duyuşlar… her şey sürekli değişiyor: bizler aynı yerde değiliz. Sıcaklar, soğuklar dahi sürekli yeni yüzlerini gösteriyor. Ancak ve ancak önyargılarımızın algıladıklarınca hayata bakmayı bir duruş sanıyoruz. Şiddetinden kasırgalar gönderen rüzgâr, her yerde aynı anda tesir etmiyor. Ağaçların kimini kırıyor, kimi es geçiyor, kimini de toprağın bağrından söküp dışarı çıkarıp atıyor. İnsanlarda öyle bazen zayıflar sağlam, sağlamlar zayıf oluyor; umulmadık taş kan akıtıyor.
Günler… Yüreğimize kurşun yarası gibi sızan günler…
Mutlulukları sadece tebessüme sığdıran günler; bir parmak balla ömrümüzün her anını saadet içinde yaşadığımız nerde görülmüş? Zoraki gülüşler gibi geçici bir refahında ne hüzünler saklıdır. Günler, yollar ve yıllar…
Bütün bir ömür çok uzun sandığımız gülücükler… Gülücükler de hüzünlerde saklıdır.
Bütün kasvet ve sıkıntılardan sıyrılmanın zamanını kollayıp hüzünleri bir lahza da dağıtmanın şimdi zamanıdır.
Ruh coşkunluğu;karamsar duyguların yitiminde,bir anlamda insanı sızlatan hüzünlerin yok oluşunda aranmalıdır.. Şimdi bu sis bulutlarını ağır ağır kaybetmenin, yeni bir şevkle kendine gelmenin ve hayatın o geçici güzelliğinde yaşamanın zamanıdır!
Ayakta kalmak, neşeli olmak için çoğu zaman; insanı perliperişan eden hüzünleri bir yana bırakmalı ve hayattan haz almalı; hayatta iyi olmanın bir gerçeği de budur.

MUTLU OLABİLMEK


Mutluluk üzerine çok söz söylenmiş ve yazılmıştır ancak insanlar her şeye rağmen mutlu olmanın yollarını daima aramak mecburiyetindedirler. Hayat, birçok şeyi özler ve bu özlediklerinin temel nedenlerinden biri de mutluluktur.
Mutlu olmanın yolları her kişiye göre farklı olsa da buna gidilecek yolu bulmak önemlidir. Bir düşünür; “Hayatı kolaylaştırmak ve huzurlu yaşamak. Hayatı kolay ve pratik yönlerini bilmekle mümkündür. Yoksa zenginlik ve parayla değil.” Demektedir. Demek ki bunun için hayatımızın zor yanlarını bilecek ve göreceğiz ve yaşantımızı ona göre düzenleyeceğiz.
Mutluluk denilen şey, her ne kadar bazen bizi durup dururken bulsa da bunun uğruna çok mücadeleler verildiği aşikârdır. Hayatlar ne için heba ediliyor sanırsınız… Bir lokma ekmek için mi? Muhakkak bu yaşamak için çok önemli bir neden ama bu da yetmiyor. Maddi açıdan doyumsuzluk da bitmez ama diyelim ki insan refaha erdi, çevrede, iş yerinde itibar sahibi ama gelin görkünki an gelir kendi gönlüne söz geçiremez; kendi gönlüne söz geçirse, eşine söz geçiremez; eşine söz geçirse bu kez de çocuklarına söz dinletemez. Hadi bir şans daha verelim diyelim ki bütün bu olumsuzlukları aştı bu kez de komşusuyla başı bir türlü didişmelerden kurtulmaz
Biz insanlar, hayata gözlerimiz açar açmaz bir şeylerle didişir dururuz. Ama insanın hayatta mücadele ettiği iki temel şey vardır. Biri tabiat, diğeri de âdemoğludur. Her ikisi de insanı oldukça önemli şekilde etkiler. Batılı toplumlarda toprakla mücadele daima galibiyet-mağlubiyet ölçüsünde sürüp gider. Ama Uzakdoğu ülkelerinde topraktan ziyade esas önemli faktör insanoğludur. Konfüçyüs’ün eğer düşüncelerini incelerseniz bunu apaçık bir şekilde görebilirsiniz. Ne yapmalı gibi bir sorunun açılımlarına sığınmaksızın kendi kendimize ürettiğimiz problemlere bakmak en doğru bir yol gibi geliyor bana. Zira insanlar küçük sorunlarla uğraşacaklarına büyük sorunlarla ilgilenmeyi kendilerine uygun görürler. Hâlbuki küçük sorunlar devasa meselelerin ortayı çıkmasında bir amildir. İnanan inanır inanmayan inanmaz bence esas mesele küçük fikirlerle başlayan ayrılıklar, aykırılıklardır. Bu fikirler ve aykırılıklar o kadar önemli de değildir ama çatışma insanı merkeze aldığında bu gibi durumların önemi kavranmış olmaktadır. Herkes istediği gibi düşünecek, fikirlerini yayacak ve paylaşmak isteyecektir ancak bunda hoşgörü ve tahammül sınırlarını iyi bilmek ve buna göre hareket etmek gerekiyor. Farklı fikirler olmalıdır. Farklılık yerine göre bir zenginliktir ancak insanoğlu boş durmaz ki fitne-fesat içinde bu fikir dediğimiz şeyleri kurcalar durur. Durup dururken sizler her ne kadar mutluluktan başlayıp da bu noktaya nasıl geldiğimizi veya bunun alakasını düşünüyorsanız çevrenizdeki numunelere bir göz atınız demek yerinde olacaktır. Sen dedin, ben dedimle başlayan pek çok önemsiz, incir kabuğunu(ki neden ceviz kabuğu değil onu da merak etmekteyim…) doldurmaz şeyler nedeniyle ne gürültü ve kavgalar çıktığını varın siz düşünün. İnsanoğlunu kavgalara, cinayetlere götürecek pek çok basit sebepler irad edilir, siz hiç merak etmeyiniz!
Mutluluk denilen ve insanın yerine göre başını göğe değdirecek davranışlar, hareketler, düşünceler ve duygular yerinde görülmediği, bulunmadığı ve bulunduğu vakitte kıymeti bilinmediği sürece hayallerimiz sükûta uğramaya devam eder.
Mutluluk her fertte yeri geldiğinde görülen ve ancak bunun en önemli nedenlerinden biri olarak fark edilen; bu fark edilişle birlikte o hazzın yaşanmasına vesile olan ve soyut bir kavram olan sevgiden söz etmeden olur mu?
Mümkünatı yok olmaz!
Sevmeden, sevgi duymadan asla!
Hayatımız onunla şekillenir ve huzura erer.
Sözümüz Muhammed İkbal’in sözüyle noktalayalım:”Çağımızın delirmiş aklının tedavisi için; sevgi neşteri ve sevgi ilacı lazımdır. Çünkü sevgi hem ilaçtır, hem hayattır, hem de güçtür.” İnsanları birbirine bağlayan, dayanışma ve yardımlaşmayı artıran, paylaşma ile birlikte yaşamayı öğreten büyük güç sevgi…
Kaybettiklerimiz onda saklıdır.
Mutlu olabilmemiz de ona bağlıdır. Sevgiyle bakmasını bilmeliyiz o vakit yüzümüz ışıldayacak hayatın hazzını göreceğiz. Hayatımız bir başka olacak!
İnanın buna!

SEVGİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Sıradan bir başkasını sevmek, sevenin sevmesine göre çok zor. Sevmeyi bilenler için böyle bir söze de gerek yoktur. Ama sevmek çoğu kez zorların zoru. Sevmedeki bu müşkilat belki de becerisizlikten geliyor, belki de kalplerin karanlığından.
Fakat duygusuz, anlayışsız, umursamaz kişiliklere bunu anlatmak; Anlatmayı bırakın düşünmek bile okyanusa salla açılmaya benzer. Bu sebeple sevmek kolay değildir, ancak onunda zamanı oluyor; sevmek zamanı.İnsanı yaşatan hoş,latif duygular,bir şeylerin biçimsiz ve niteliksizliğinde kaybolup gidiyorlar.Geçmişin iyi duyguları da birer cansız hatıralardan ibaret kalıyor.bundandır ki daima arıyoruz.Arıyoruz her şeyi; Dostluğu,kardeşliği,cömertliği..hepsinin temelini oluşturan sevgiyi..Giden gelir mi? Eğer bu sevgiyse yine de zor diyeceğim.Ama insan bazen müspet temayül ya da gelişmelerin etkisinde kalabiliyor.O an yürekler kıpır kıpır sanki kuşlar gibi hür,o hür havayı teneffüs eylemek ne demek, nasıldır,bilir misiniz? Benim de yüreğimde bazen böyle duygular oluşur.Tüm ümitsizlikleri siler atar.Gamlı gönülü efkar basar; o zaman farklı duygular içine giriyorsunuz,düşünceleriniz munisleşiyor.Gönül bu işte,bazen kasvetli havaya bürünüyor sevgiden.Aynı sevgi bir de bakıyorsunuz o sevgiden büyük haz alıyor, şenleniyor; mutlu oluyorsunuz insanları da mutlu görüyorsunuz,öyle olmasa bile öyle görmek istiyorsunuz.Tüm olumsuzlukları görmezden gelerek yaşama sevincini doyumsuzca hissediyorsunuz.İnsan ne düşünürse düşünsün,nasıl yaparsa yapsın,insanı muazzez bir yapı içinde yüceltiyor bu hisler.Demek istediğim mesrur oluyorsunuz.Çalıştığım yere giderken bazen tüm insanlara selam veriyorum. Tanıdık simalara merhaba diyorum. Belki kendimi hayata karşı iyi motive edemediğim günlerde oluyor, ama yine de merhaba diyorum, bundan da mutluluk duyuyorum. İnsanlara yardımcı olmak sevmeyle başlar. Sait Faik’ de öyle demişti: Bir ‘’insanı sevmekle başlar her şey ‘’ veya her şey insanı sevmekle başlar. İnsanlara yardımcı olsak ne olur diye bazı vakitler düşünüyorum. Bir şey çıkmaz elbet. Çıkarımız mı var; varsın olsun. Çok mu önemli? Neden insanlara iyi davranış ve güzel duygularla yaklaşmıyoruz? Buna da bir anlam veremiyoruz. Bizler, çoğu kez insanları tanıyamadığımız için zor durumlara düşüyoruz,insanı tanımamanın sıkıntısını çekiyoruz.İnsanların insan oldukları için mi sevemiyoruz yoksa, yoksa keyfiyet ve kemiyet için mi böyle davranıyoruz,böyle yapıyoruz. Halbu ki, bunun dışında yani sevgiyle yaklaşmış olabilsek hayatın rengi bir başka olacak .Bu hazzı yaşayanlarınız vardır sanırım.Bende yaşadım bazı vakitler.Çıkarlı,küstah,kirli ve yakışıksız bir hayat felsefesini gaye edinmek insanın ideali değildir bel ki,ama böyle bir felsefe anlayışı içinde insanlık eriyor, bu züldür insan adına.böyle duygularla yaşamaktansa sevginin ölümsüz iksirinde yaşamayı yeğlemeli insan.Zahmetli de olsa katlanmaya değecektir bu.Sevginin ölümsüzlüğü…Sahi ne zaman gerçek olur bu düşünce? Değerinden zaman bir şeylerin yitirdiği anlarda mı? Değerleri değersizleştirmek sevginin ölümsüzlüğünü infaz etmektir.Bu ölümsüzlük; Sevgide erimekle bitmekle;ölmekle mümkündür.Sevgide ölmek,ölebilmek bir insanın putunu kırabilmesi kadar zordur.Farzedin ki farklı bir hayata geçiyorsunuz, bambaşka bir hayat felsefesini benimsiyorsunuz.Mümkün mü?Asla ve kata.Ama bunu gerçekleştirenler olabiliyor.İnsanın ölümsüzlüğü; iyi, güzel ve kalıcı şeylere atılan imzalarla mümkündür. Gönül insanın da bu imza vardır.Sevgi üzerine muhakkak çok sihirli veya albenili sözler söylenecektir. Bunun anlamı kavransın kavranmasın ona değer vererek sevgiyi anlamlandırmak, hayatı güzelleştirmek yaşanır kılmak, daha kalıcı yapmak elimizdedir.Dağ, bayır, kırlar ve ovalar;Nazlı nazlı akan ırmaklar,dereler,dere kenarlarında ki koyaklar,yosun tutan sular,çimenlerde meleşen koyun-kuzular,oynaşan kısrak…Her ne varsa tabiatta.. Biçimli-biçimsiz sokaklar, cumbalı-cumbasız evler, ahşap-beton binalar, mahalle, meydan, trafik, insan… Her ne varsa hayatın neşesi, arzusu, sebebi-çaresi… Olmaz ya bazen köy yolun çamurunu özler insanlar. Şehirde ise ürküntü verir. O ürküntülerden kaçmak kurtulmaktır sorunlardan, insanlar için. Aslolan o ürküntü veya kerih şeyleri silebilmektir.Gelgitler içinde kalıcılığı, saadet içinde sunabilmektir insanlığa.Saadet,mutluluk ne ki sevgileri katletmişiz,bir hiç uğruna yok etmişiz yani sevgide varolmamışız.Sevgi için yaşayanları görmemişiz görememişiz.Meledroma benzeyen insan hayatında sevmeyle başlayan duyguları tadan,yaşayan insanların mevcudiyetiyle yetinmek mecburiyetindeyiz galiba.İnsanlar böyledir işte: Bir karamsar bir ümit düşünceleri yansır hayatına, bakışlarına. Gönülün çiçekler kadar zarif, davranışların kaba ve ince olduğunu unutmadan onu doya doya yaşamak, hayatı daha yaşanılır yapacaktır. İnsanlar iyi olmak güzel olmak ister, ona ulaşmak ister. Bu sebeple hayatın gülen yüzünü tahayyül eder, düşünür, iyi günlere heves eder,o günlerde yaşamanın iştiyakıyla dolup taşar.İyi bir hayatı özlemek emlimizdir. Bu arzuya ulaşmamız da mümkün değildir. Ama her insanın içinde olan o kıpırtıyla mutluluğun kapılarını aralayabiliriz.

BARIŞLA YEŞEREN ZEYTİN DALLARI

ZEYTİN DALLARI
gülbeyaz (Leyla Usta)

Sev; sevdikçe gelir sineye bahar,
Isınır rüzgârın ıslak elleri,
Acılar su olur gözyaşı buhar,
Sevda denizine akar selleri.

Ardına hiç bakma yolları yâr bil,
Aldığın nefesi yanına kâr bil,
Dokunma fidana yaprağı har bil,
Ah eder sılada seher yelleri.

O masum hallerin özünden aksın,
Kurduğun her cümle sineyi yaksın,
Gece aynasında gündüze baksın,
Siyahı beyaza dersin gülleri.

Dupduru suların berrak yüzüne,
Ağacın, toprağın inip özüne,
Dalarak baharın yeşil gözüne,
Vuslata bağlanır gurbet yolları.

Her mevsim umuda açılır bir gün,
Kalplere ak güller saçılır bir gün
Riyadan, yalandan kaçılır bir gün
Barışla yeşerir zeytin dalları.

Leyla Usta

“Zeytin Dalları” isimli şiirinde Leyla Usta’nın barışı ve sevgiyi hâkim kılma çabası açıkça görülür. Şiirin her kıtasında sevgiye ve bahara özlemler olduğu kadar bir özümseyiş de vardır. Bu özümseyiş öyle bir yürekte sevda bulur ki her mısrada hüznün burukluğunu dürüst bir düşünceyle şiirin sonunda kendini gösterir. Önce bu mısraya bakalım:
Riyadan, yalandan kaçılır bir gün
Bu mısradaki temenni ancak ahlaki bir temele dayandırılarak ifade edilir ki, neticede insanoğlu bu dünyada ne yaparsa yapsın uhreviyattaki bir sonu hatırlatmaktadır adeta.
Gece aynasında gündüze baksın,
Siyahı beyaza dersin gülleri.
Burada da görüldüğü gibi her ne kadar şair’in gönlünde ve dilinde gül muştusu var ise de karanlık düşünceleri ziya ile aydınlatan bir gülün tasavvurunu görebilmekteyiz.
Leyla Usta’nın diğer şiirlerinde de gördüğümüz sevgi bakışı bu şiirin ilk mısrasında da kendini göstermektedir ve bu hali de ancak şair’in olaylara bakışında etkili olduğunu ifade edebiliriz. Sevmek, kalbin yumuşaması ve kamilane bir duruş sergilemesinde nasıl bir etken olduğunu şair bu durumu insanın baharı yaşamasında görür; bu görüş ve duyuş: soğuk rüzgârı ısıtır, acılarda bir usaredir sanki sevgide buhar, denizde su olur. Sevmenin insanı nasıl bir duygu içine sürüklediği de ikinci kıtada kendini bulur. İnsanın bu sıcaklığı hissettiği anlarda umudu, heyecanı, özlemi ve en önemlisi de vuslatı yol eder.
Gurbet elde insanın içi nasıl yanarsa ve bu yanışla “ah” ederse imgesel bir duyuş açısıyla şair, fidana dokunmanın ah-u zarını hissettirir.
Başkaları nasıl görürse görsün her hal ve şartta masumiyet insana buruk da olsa yakışır ve bazı kalplerin halimliğini açığa çıkarabilir. Bu hal yani masumiyetin kendi seyrinde kendi ırmağına akmasını dilemek artık şair’e kalmıştır:
O masum hallerin özünden aksın,
Sadece bu hali tavsif etmenin de yeterli olmadığını düşünüyor iseniz yanılıyorsunuz demektir. Zira bir aşk gibi kurulan cümleler de insanın yüreğini yakmalıdır:
Gece aynasında gündüze baksın,
Ağaç, toprak, yeşil ve bahar… Ve baharda sevginin duruluğunu görmek! Leyla Usta burada baharı sinede vuslata erdirir, ancak bahara vurgu yaparak:
Dupduru suların berrak yüzüne,
Ağacın, toprağın inip özüne,
Dalarak baharın yeşil gözüne,
Vuslata bağlanır gurbet yolları
Her mevsim her ne kadar insanda bahar etkisi yapmasa da yüreklerde daima umutları yeşertmeye gebedir. Bakarsınız bir gün bir gül gibi açılıverir. Kim bilir?!
Şiirin geneline bakıldığında barış kendini ancak son mısrasında gösterse de şair’in tarif eylediği barış insanın; insanların kendileriyle barışık yaşamasıdır. Bunu da barışın sembolü zeytin ağaçlarıyla yani “zeytin dalları”yla bizlere sunar. Sevgiyle yeşeren zeytin dalları hayatlardan da öte Leyla Usta’nın engin yüreğinden dökülen bedii terennümlerdir. Şiir duruluğu ve pürüzsüz bir Türkçe ile yazılan “zeytin dalları”nda insanlık sevgisi her ne kadar mücerret bir hal içinde görünür gibi olsa da; bizlere güzel, rahat, bir müşahhas hayatın sadeliğini sunmaktadır.

İNSAN NEYİ SEVER?

Osman AYTEKİN

İnsan neyi sever?
Çok kapsamlı olan bir sorudur bu. Karşılığı da insanın kendisini çok yakından ilgilendiren bir cevap olmalıdır. Kendi yakınından başlanılmalı öyleyse. Anne, baba, eş, çocuklar veya sevgili gibi. Sonra başkaları, başka şeyler… Karşılığı biraz muğlâk ve müphem olmakla birlikte akrabalar, dostlar veya arzu edilen, görülen ve özlenen mekânlar… vs.
Bunların dışında insanı yaşatan, canına can katan en önemli değerler. Güzel ve özel insanlar!... İnandığı değerler: somut ve soyut olarak idrak edilen iman hakikatleri… Bu hakikatlerin ezeli ve ebedi mutlak olan yaratıcı!...
Bu düşünceleri tersinden okumak da mümkündür. Aile kaygısı olmayan berduş, serkeş, çapkın ve inanç yoksulu kişilikler… Onların da muhakkak sevdikleri vardır: hayatının vazgeçilmezi şişeler, şuh, işret âlemleri, aşüfteler…
Ne sevgi biter ne de sevilenler.
Hal böyle olunca insan başka şeyleri de sever.
Mesela kimisi kafa bulmayı, kimisi gıcık etmeyi,
Kimisi asalak gibi yaşamayı, kimisi de boş vermeyi her bir şeye…
Bazıları da karışıklık çıkarmayı, olay yaratmayı, ortalığı bulandırmayı…
Ya felsefe yapanlar, sülük gibi yapışanlar, her şeye burnunu sokanlar. Her şeye karışanlar, rahatsızlık vermeyi meziyet sayanlar.
Bazı özürlülere ne demeli?
Annesine babasına o kadar değer vermezler, o biricik varlıkları için gözyaşı dökmezler ama ya bir de futbol maçı varsa…
Varsa da yoksa da o. Maç için yatıp maç için kalkanlar. Statların renkli kişilikleri yırtınmadan asla!... Küfür de yeseler dayak da yeseler onlar için önemli değil yeterli takımları bir yenilmesin. Yoksa gözyaşlarına boğulurlar!
Bir de parti için yatıp kalkanlar…
Bunlar için ne söylenmeli ki?
Kendi evleri barkları, çocukları o kadar önemli değildir. Serde vatan kurmak var. Kahve köşelerinde hükümet bozup hükümet kurmak! Bu yeter onlar için.
Sahi insan neyi sever?
Siz hatırlıyor musunuz?
Hortumcuları, lüp lüp atanları, sermayeleri soymaktan başka hiçbir şey olmayan vergi zenginleri mi?
Yoksa her gece sevgili değiştiren söz de sanatçıları mı? Ya da ne bileyim ben; sokakta yatan tinercileri, dilencileri, yoksul kimseleri, Pazaryerlerinden sebze ve meyve artıkları toplayan kimseleri mi?
İnsan neler neler sever…
Bir günde zengin olanları…
Kaostan medet umanları, her gelişen olaylardan vazife çıkaranları mı?
* * *
Kendi tarihine bu kadar düşmanlık besleyenleri,
Bölücülüğe pirim verenleri,
Geçmişine geleceğine küfür edenleri,
Yapmak yerine işi hep yıkım olan hain ve gafilleri…
Daha neler demeli ki?
Her tara f kokuşmuş. Güzel düşünceler rafa kalkmış. Gözler hep şeş beş bakıyor; ağızlarda salyalar halinde gayzlar…
Temiz olan her ne varsa kirlettik bu âlemde. Şimdi nisandayız ve kar yağıyor!...Her yanımız buz gibi… Yitirdik bütün hasletlerimizi. Kimliğimiz yok olmak üzere. Çevremize bakıyoruz hala ümitli şahsiyetlerin olduğunu görüyoruz ama onlara ulaşabilmek o kadar müşkül ki…
İnsan neyi sever?
Kaybettiği, heder ettiği bütün değerlerini elbette. Geçmişini arar. Zira her yeni gün dünün kötü bir kopyası olmakta. Dünlerin iyilikleri ancak hatıralarda yaşıyor olmalı. İnsan anılara sarılsa da o sevgide buruktur.
Bu kadar umutsuz bir tablo çizilebilir mi?
Çizince oluyor işte.
İyi şeyler de var bu âlemde. Zira her şey çirkinleştiğinde, çirkeflikler etrafımızı sardığında ne ümidimiz kalır, ne de bir çaremiz.
İnsan neler neler sever?
Güzel, temiz, iyi insanlar olduğu sürece sevmenin de bir anlamı vardır.
Erdemli, anlayışlı, asil insanlar henüz yok olmuş değiller.
Sevgiyle bakan manalı bakışların sevgisi yeter!
İnsan güzel bakmasını bilenleri sever!

SEVMEK NE DEMEK?

Osman AYTEKİN


İnsanlık açlığını karnını doyurarak bir şekilde bastırır. Fazla açlık kadar fazla tokluk da bir nefis için pek de iyi değildir. Bir âlim evinden çıkarken aç çıkma diyordu. Fazla açlık insan gözünü köreltirdi. İnsani asabileştirirdi. Ömür boyu yoksul insanlara bakarsanız açlığın ne menem bir şey olduğunu anlayabilirsiniz. Kendiniz açlığı yaşadığınızda bunun boyutlarını daha iyi görebilirsiniz.
İnsan bir şeylere muhtaç. Bu bir şeyler içinde inanç da var, para da var, mülk de var. Ama bir de sevgi var ki… İnançla ikisi insan için hayati bir durum mesabesindedir.
İnançsız ve sevgisiz asla!
Bütün yollar bu ikisine çıkar.
Bütün dertlerin devası sevgidir, inançtır.
Ümidimiz, neşemiz, geleceğimiz bu sağlam limanda barınır, beslenir,:hayat bulur. Kendine gelir.
Bu değerler ki, iman olmadan hiçbir şeyin bir değeri olmaz; olsa bile yarım yamalak olur: insanın gayesi hedefine varsa da bir manası olmaz. Hedefe kuru kuruya da varılmaz. Satıhtan, suretten ziyade öz önemlidir. Özünde sevgi yoksa sözünde bütün güzellikleri taşısa da boştur. Semboliktir.
Sevmenin insan üzerinde etkisi sevenin ve sevilenin bu soyut kavramdan ne anladığına bağlıdır. Anlamak da bir yana neler hissettiği ve buna nasıl tepki verdiğine göredir.
Bunun için;
Sevmek, yaşamaktır!
Huzurdur, mutluluktur, güzelliktir, iyiliktir, anlayıştır.
Değer vermedir.
Fedakârlık ve feragatlik nişanesidir.
Sevmek, bir gönüle dolmak bir olmaktır.
Karşılık verme, yardım etme, ışık tutmadır.
Hüzünlenme, kederlenme, kasvetli bir anında onu aramadır ki o nedir peki? İşte o!... Her ne ise; Bir dost, anne baba, sevgili, eş, çoluk çocuk… Belki de ayrılığın verdiği kavuşma özlemi.
Özlemler sevgiyle yelken açar.
Acılar, çığlıklar, feryatlar sevgiden kaçışın ve yine ona sığınışın barınağıdır.
Sevgi bu bir çiçeğe benzer. Nerede ne zaman açacağı belli olmaz. Aniden gelir sizi buluverir. İçinizi ısıtır, yüzüne yansır yakomazları. Al al olur benliğiniz. Uçmak istersiniz. Dünyanız olabildiğince mesut ve renkli olur.
Hayatın ebediliğinde sermest olursunuz.
İnsanların bütün güzellikleri güzelliğinizdir.
Sevmek: demek hayatın saadeti; hissedilecek kadar alımlı ve güzel, fakat anlatılamayacak kadar öteler ötesi bir duygudur bazen.
O duyguyu yaşamak hayatı iyi görmektir, iyi anlamaktır; insanlığı kavramaktır. Tabuları yıkmaktır!
Böyle bir sevgi düşüncesi içinde hayatımda mutluluğuma mutluluk katan bir olayı da paylaşmak isterim. Memuriyet hayatımda bir yazımdan dolayı sürüldüğümde üzerime yönelen bakışlar ürkekti. Çekingen ve belki de benim iticiliğim söz konusuydu. Haklıydılar sürgünler olumsuzlukları hatırlatırdı insanlara. Bu sebepten bakışlar önyargılıydı. Bu sürgün hayatımda ilk kitabım çıktığında beni tanıyan tanımayan, seven sevmeyen kendimi insanlara sunmak adına kitabımı uzatmıştım. Bir vakit sonra bir bayan kitabımı bana göstererek şöyle demişti ki bu sözü unutamadım bir türlü:
“Sizi yanlış tanımışız. Kitabınızdaki şu satırları okuyunca sevgi üzerine ne güzel yazmışsınız… Ne kadar yanıldığımı anladım. Ön yargıyla bakmışız size…”
Bu sözler sonrasında ne diyeceğimi bilememiştim. Sanki mahcup olan bendim. İnsanın kendi söyledikleri güzel bir ifadeyle insana sunulunca sevginin ne büyük bir kuşatıcı, sarıcı, sarmalayıcı bir şey olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Sevmeli insan…
Sevince daha iyi anlar insanı ve hayatı ve sevmenin ne demek olduğunu.
Evet, sevmeli insan, sevmeli ki başı göklere değmeli.
Mutluluğun en güzelini yaşamalı!

SEVİNCE BÖYLE SEVMELİ!...

Osman AYTEKİN

Yürekten sevenlerin türküsünü henüz herkes duymadı. Duysalar da ne olacak ki diye düşünmeyiniz. Saf sevginizi kaybetmeden karşılıksız, onurlu duruş sergileyenleriniz vardır. Siz ne kadar ümitsiz olsanız da vardır. Bütün çirkinlikleri kendinde toplayanlar ve temiz görünmekten öte kirliliğe bulaşanlar büyük kalabalık oluştursalar da böyle bir ümit vardır. Ve bu umut az da olsa tek de olsa seven yürek için çok güzel şeyler ifade eder. Bütün karamsarlıklar, kötü düşünceler, ümitsiz fikirlerle çevrelenmiş olsa da gönlü pırıl pırıl kalabilmiş; yüzlerinde sevginin saflığıyla bakan simalar ve o durulukla insana hayatı bambaşka güzellikler sunabilen bakışları görürsünüz. Hayır, böylesi saf bakışlar kalmadı ve su gibi berrak sevgiler yok artık diyorsanız; bu size kalmıştan öte bir mana teşkil eder: hayata bakışınızdaki sevginin gücünü kaybetmeye başladığını düşünebilirsiniz.
Sevince, arzuyla sevmeli insan. Neye, ne şekilde ilgi ve istek duyuyorsa öyle bakmalı, görmeli ve sevmeli. Sevmek basit ve kolay bir duygu değildir bilakis sevgi paylaşım isteyen, kaldığı limanda barınan, benimseyen, benimseten ve hayata bağlılık veren duygudur. Siz buna sevgi yurdu da diyebilirsiniz. Sevmek zaman ister. Fedakârlık ve feragatin timsalinde sevgiyi iyi okumalıyız. Bir bakışta içimizi ısıtan sevginin kıymetini iyi kavramalıyız. En önemlisi de sevgileri yaşamadan gerektiği gibi anlamalıyız ve anladıktan sonra yaşamalıyız sevgiyi. Evet, sevgi anlaşılmalı ki en iyi şekliyle yaşanabilsin. Ama her yürek onu yeterince kendinde bulamıyor. Sevgi bilinse ve değer verilse bunun manası daha farklı olacaktır: hüzün çiçeklerinin nasıl da şenlendiği ve ruhumuzu aydınlattığı görülecektir.
Ruhumuzun aydınlığı, süruru; hayatın var oluş gayesindeki sevgi…
İçimiz seninle ısınacak,
Yüzümüz seninle gülecek, ışıl ışıl olacak.
Her şeyi farklı biçimlerde kavrayacak ve yön vereceğiz yaşantımıza.
Hasret kaldığımız bahtiyar insanları hatırlatacak bu sevgiler.
İnsanları daha bir içtenlikle sevecek ve bu sevginin muazzam hazzını duyacağız.
Bütün sıkıntılar damla damla eriyecek, bertaraf olacak; bir hülyada yaşar gibi yaşayacağız bunu. Böyle bir rüyadan uyunmak bile istemeyeceğiz. Mutluluktan kim uyanmak ister; kim kaybetmek ister bütün hülyalarını, sevinçlerini, kâmil ve iyi gördüğü güzellikleri?
Kıyım ve yıkım çaresizliğin, bencilliğin, kabalığın, hoyratlığın; ilgisiz ve bilgisizliğin ve önemlisi de düşüncesizliğin girdabında barınır. Sevgi bu gibi anlayışsızlık içinde boğulmamalı! Düşünebiliyor musunuz bütün şunları: çirkinlikler, kötü bakışlar, ahlaksız tavırlar, yapmacık duruşlar, lakayt davranışlar, baskıcı tutumlar; kavgalardan cinayetlere varan bir yığın anlayışsızlık ve düşüncesizlik içindeki insanlık hallerini. Bütün bunlar karşısında düşünün hele bir: yeşermeye, boy atıp serpilip büyümeye çalışan insanoğlunun içindeki sevgiyi, körpecik sevgiyi. Ezilmeye çalışılan sevgiyi…
Sevgiler çaresiz ve korumasız, yalnız, kimsesiz. Bütün ümitleri yıkık duygular gibi, perişan.
Sevgiler soğuk ve terk edilmiş.
Sevgilerin boynu bükük, içine kapanık ve kırgın. Belki kendine belki de çevresine kırgınlığı, sitemi. Bütün duyguları yaşayan insanoğlu sevgiyi de sevgisizliği de tadar. Ne kadar karamsar olursa olsun arzularla yaşar sevgiler.
Saygıya, sabıra, güvene dayalı sevgiler. Güzele ve güzelliklere bağlı sevgiler.
İnsanlığa, iyiliğe göre sevgiler.
Anlık bakışlara, tatlı gülüşlere sirayet eden sevgiler.
Vefaya kıymet veren; bütün olumsuzluklara rağmen sevdiğine yeşeren sevgiler.
Bütün hıncına, sert duruşuna, kızgınlıklarına, tavizsiz duruşlara ram olan sevgiler.
Çaresiz yüzlere, terk edilmiş gönüllere, ümitsiz kalplere gülen sevgiler.
Ölümüne inanan sevgiler!
Seven yürek: karşılıksız sevmeli; hazzına ermeli hayatın.
Sımsıcak olmalı yürekler, her gül gibi açmalı her gün yeniden; gülücükler dağıtmalı her yana. Hiçbir kaygısı olmamalı sevgiden yana ve bütün insanları kucaklamalı ama sevenleri daha bir başka gülümseyen bakışlarla karşılamalı bu yürekler. Coşkun ırmaklar gibi çağıl çağıl akmalı, bir kelebeğin kanatlarında bir dünyayı dolaşır gibi bütün gönüllere uğramalı neşe dağıtmalı, huzur vermeli; hazan mevsiminin sararan solgunlaşan münzevi ruhunda kıpırtılarla kanatlandırmalı insanı.
Sevmeli dedik ya bu duyguyu bütün benliğinde duymalı, huzura ayarlamalı bütün saatlerini, gülen gözlerde ışık olmalı aydınlatmalı çehreleri bir bir. Bunun için de ailede başlayan sadakat ve güven duygusu sokağa, mahalleye taşmalı. Ama bilirim ki artık sokaklar da insana yabancılaşmaya başlamıştır ve paranın soğuk yüzü; kara kedisi geçmiştir aramızdan. Bunun içindir ki amcaların, teyzelerin hatırı sorulmaz olmuş, genç kızların ümitlerinde kem bakışlar hüsran türkülerini tüttürmektedir. Fert fert değer verdiğimiz insanlarımız sevginin solmaz has bahçelerinde hala güler yüzle bakan birilerini beklemekteler.
Eğer Yüreğinizde komşunuza, kardeşinize, yoldaşınıza sıcakça bakışlarınız varsa kalpten sevmek için beklemenin vakti değildir. Mutluluklar paylaşılmalı ve birlikte yaşanmalıdır. Hala eskiye özlem duyuyorsanız, kendinizi, çevrenizi geçmişte arıyorsanız geçmişi neden bugüne çevirmiyorsunuz? Yaşanan bütün o güzel günler gelir bir gün geri.
Öyleyse insan sevince tam sevmeli!
Açık olmalı, sözünü sakınmamalı, dolambaçlı yollara sapmamalı; yüzleri gözleri aydınlatan sevginin parıltısı her yerden her bakıştan görülebilmelidir.
Hüzünse hüzün, kederse keder bastırmalı insan içindeki bütün olumsuzlukları ve sevmeli insanı olabildiğince. Seven ne kaybeder ki? Nice çaresizliğe düşer ki kaybedecek bir şeyi olsun.
Peki, bu sevgisizlik niye, kime, neden?
Bakışlardaki güzelliklere vurgun yürekler o yüreklerin sır vermez duruşlarına derinden bakmalı ve içindeki sevgiyi açığa çıkarmalıdır.
Bütün insanlar sevmeli, insanlığı sevmeli, Yunusça gönüllü olmalı ve ebedi kalmalı. Güzel gören güzel sever, güzel seven hayattan kam alır, muazzez olur; hayatın sıhhatine erir.
Sevgi halesi her yurda sirayet etmeli.
Sevince hayatı, insanları iyi sevmeli.
Yazımı hayata sevgiyle bakan ve yazılarında bu konu etrafında bütünleştiren G. Birgivi’nin bir denemesinden bir bölüm alarak sevgiler yüreğinizden eksik kalmasın diyorum:
“Hayatın zorlukları arasında kendimi koruyabilmişim. Çünkü insanlar öylesine uzaklaşmış ki sevgi, yardım, en önemlisi merhamet kavramlarından içlerinden insan olmayı gerçekten sürdürebilenleri bulmak zor oluyor. ahh keşke şurada olabilseydim diyorum engel olabilseydim yaşanmasaydı kötü olaylar. Gazete okumak, haber izlemek bazen yoruyor beni engel olamıyorum bir kaç damla yaşın akmasına. Neden derseniz bilemiyorum belki de bir şey yapamıyor olmanın verdiği acı.
G.Birgivi, bir başka yazısında da aynı sevgi ekseninde şunları yüreğinden gelerek ne güzel söylemiş: “Felsefe: ne güzelliği, ne dostluğu, ne sevgisinden bahsediyorsun sen oluyor. Olsun ben gene de memnunum hele kendime benzeyen insanları buldukça daha da mutlu oluyorum. Şu söz yüreğime dokundu; çok güzel iyi bir yürek düşledim. .Kimse bilmez kimse birbirine söylemeye tenezzül etmez diye düşünürdüm. SEVGİYLE KAL. En güzel dua bu olsa gerek. Sevgiyle kalan insan zaten her yönden doymuş insan değil midir?

AŞK!...

Osman AYTEKİN

Ruhlarda bir kangren gibi bazen sıktıkça sıkan, bazen de coşkun bir ırmak gibi aktıkça akan insanın vazgeçilmezidir.
Aşkı düşününce sevgiyi hatırlamamak imkânsız. Zira biri kuşatıcı ve bu kuşatıcılık içinde; bocalar, titretir, gerer bir de bakmışsınız ki aklı baştan çıkarır.
Aşk yaşadığı sürece vardır. An gelir tükenip biter. Yeni aşkların başlaması ilk aşklar kadar olmasa da netice olarak heyecan verici bir özelliği olduğundan yüreği daima diri tutabilir.
Aşkın kalıcılığı karşılığına bağlıdır. Yani aşk iki kişiliktir. Ama sevgi tek kişiliktir ve fakat bütün gönüle girebilmektedir. Her ikisi de özel olmasına karşılık süreklilik açısından sevgi aşktan üstündür.
Aşkın yaşı yoktur dense yeridir fakat başı vardır. Her insan aşkı yaşar; kimisi kısa kimisi uzun...
Ebedi aşklar sadakate bağlıdır ama aşkta sadakat olmasına karşılık ömrü ne kadar olduğu tartışılabilir.
İnsana heyecan vermesi yerine göre insanı deli etmesi başka bir ifadeyle aklı baştan alması; hayatı alımlı hale getirmesi yüreği sürekli hareketlendirmesi açısından bir aksiyonerlik ruhunu ayakta tutabilir. Duygulara hükmetmesi açısından romantizmin kalıcılığı açısından insan ruhu hep genç kalır, hep baharı yaşatır.
Aşk yaşadığı sürece insan için iyi bir terapidir!
Can verme sakın aşka aşk afeti candırAşk afeti can olduğu meşhuru cihandırSakın isteme sevdayı gam aşkta her anKim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandırHer ebrulu güzel elinde bir hançeri honrizHer zülfü siyah yanında bir zehirli yılandırYahşi görünür yüzleri güzellerin emmaYahşi nazar ettikte sevdaları yamandırAşk içre azap olduğu bilirem kimHer kimseki aşıktır işi ahü figandırYadetme güzel gözlülerin merdümi çeşminMerdüm deyip aldanma kim içtikleri kandırGel derse Fuzuli ki güzellerde vefa varAldanmaki şair sözü elbette yalandır.
Aşkı, şiirlerinde yerli yerinde tarif ve tahlil eden şairlerimizden Fuzuli, aşkın hallerini ne güzel ifade etmiş.
Can verme sakın aşka aşk afeti candır Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır
Aşkı afete benzeten şair, bunu herkesin bildiğini duyurmaktadır.
Netice olarak, Aşk; yakıcıdır, tufandır insanı halden hale sokar; giriftar eder. İnsanın gamlanması, kederlenmesi, çile çekmesi, sevgili için kara sevdalara tutulması kadar vefasızlığı, vurgun yemesi, azaplara duçar olması kaçınılmazdır. Yine Fuzulü’nün son beyti ile aşk içre gerçeğini ifade edelim: Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa varAldanmaki şair sözü elbette yalandır.
Aşkta vefanın var olduğunu Fuzulü söylese bile elbette bu yalandır diyor. Aşkı çekene sormalı öyle değimli ya? Leyla ile Mecnun’un varlığını dillere destan eden şair böyle buyurmuş.
Aşk bu işte insanı çöllere vurdurur, çölleri yüreklerde yakar kavurur bir de bakarsınız ki başları göğe değdirir

SEVGİNİN DERİNLİĞİ

Osman AYTEKİN

Şair diyor ki: “Hayat, yaşanmayacak kadar güzelsin,
Sırlar, paylaşılmayacak kadar özelsin.

Beyaz gül, sen, içimde bir başkasın,
Uzaktan koklanacak kadar yakınsın.”(S.Urungu Maraş)

Şair haklı belki de yaşanmayacak kadar güzel bir hayatı arzu ettiğine göre..böyle bir hayatta da tabi ki sırlar da paylaşılmamalı.
Hayat arzuladığımız gibi olmasa da sırları bizde saklı.
Duygularımız örülü ve örtülü yalnızlığın esintisine kaptırmış daha sert rüzgârlar bekliyor. Yakıcı havanın aksine bunalmadan sarstıkça sarsacak kasırgalar arasında savrulmak istiyor…
Dağıtılmış duygular bir araya bir türlü gelemediğinden kendini azgın düşlere adanmışlık içinde hissediyor. Arayıp ta bulamadığı mecrasını, görüp de saramadığı ve adını ağzına bir türlü alamadığı, ama bir yandan da söz geçiremediği, avutamadığı gönlüne dokunmaktan vazgeçemiyor. Yüreğimize dokunan şair:
“Sevgi, bilinmeyecek kadar derinsin,”
Bilinmeyecek kadar derin!
Dipsiz kuyulardan bir kuyu, uçurumlardan bir uçurum gibi… Ruhumuzu içine çekiyor zira derin!
Hep derin şeylerden çekiyoruz.
Yüreğimiz derin kanıyor; dertlerimiz derin,
Meselelerimiz derin duruyor; mevzularımız derin,
İnsanlığımız bir adım ötede ama çok derin; sevginin bilinmeyişi kadar derin mi derin!
Bu şair çıldırtacak beni:
“Tanısaydın, sen de çok seversin.”
Tanıdıklarımız bizi bizatihi sevince boğdu. Öyle bir boğdu ki kendimize gelemiyoruz!
Sevincine boğulduk bu dünyanın, insanların, eşyanın, tabiatın; ruhumuzu ayakta tutan nesi varsa; bütün süslerine vurgunuz. Çok sevdiğimiz için tanıyamadık belki de…
Tanımak da kar etmiyor seven gönüle.Tanıdıkça sevmek; sevdikçe tanımak!... Öyle duygular tüketiyoruz ki sevgilere yaklaşmak isterken nefessiz kalıyoruz. Hep birilerinin gözlerine, yüzlerine bakıyoruz. Bezende ellerine…Bir şeyler görmek, dokunmak ve o dokunuşla kendimize gelmek!...
Gözyaşlarımız bunun için.
Figanlarımız. Bunun için.
Eskilerin deyişiyle ince hastalıklarımız bunun için. Koridorlarda solukladığımız ruhumuzun oksijensizliği bundandır.
Sulanan gözlerimiz, ümitsizliklerimiz, düş kırıklıklarımız; prangaya vurulan geleceğimiz hep bundandır.
Biz kendimizi kaybettik boyası solmuş koridorlarda. Serkeşler gibiyiz. Dokunsalar düşeceğiz. Düştüğümüz anda kalkacak dermanı bulamayacağız kendimizde.
Mahrumuz birçok şeyden.
Bunun içindir öfkemiz, gururum, benliğimiz, bencilliğimiz.
Bunun için o yüzlere, o gözlere muhtacız.
O ellere muhtacız sarıp sarmalayacak, okşayacak; bağrına basacak! İnsanlık öksüz, insanlık çaresiz, insanlık kimsesiz!
Bunun için ne kadar yabancıdır o güzel söze. Yüreği serinleten o bakışa, kalpleri yumuşatan o duygulara…
Tarifinde zorlandığımız, yeri geldiğinde ne yapacağımızı bilmediğimiz; bazen şaşırıp kaldığımız, bazen de kaçamak bakışlarımızla kendimizden kaçtığımız…
Masum, mahzun içimize işleyen o sevgi bakışlarından muzdaripiz. Bir şey diyemediğimiz, dilimizin tutulduğu, geçirdiğimiz bocalamalardan sonra bin bir cesaretle bakmaya çalıştığımız sevgiye! “Bilinmeyecek kadar derin sevgiye!”Bulunmayacak kadar derin sevgiye…
Belki de bir gün gözlerimizden akan yaşlar yerini yeni yeni sevinçlere bırakır. Gözleriz ışıl ışıl parlar. Hayata sıkı sıkıya bağlanırız. Şimdi de bağlıyız diyeceksiniz. Sathi ve sevilmeyecek kadar derinden bağlıysak da ihtiraslarımızın esiriyiz şimdi.
Kimliğini kaybetmiş derbederler gibi geçmişiz kendimizden. Oturduğumuz yerden kalkmalıyız veya kalktığımız yerden iki adım öte gidip oturmalıyız. Belki de yürümeliyiz, koşmalıyız. Enerjik olmalıyız. Ağaçların yeşerdiğine değil kuzuların melemesine kulak kabartmalı; çıplak ayakla şosede yürümeli, ileriki tepenin ardındaki toz bulutunu süzmeliyiz. Hiç yapılmayacak bir şeyler yapmalıyız işte! Elimize orak almalı ekin biçmeli altın sarısı başakların saplarından şapkalar örmeli… O sıcakta buz gibi soğuk destiden şu mu içmeli ayrana mı bakmalı… Bir şeyler yapmalı. Evet, bir şeyler ki bizi kendimize getiren. Unutturmamalı monotonlaşmış hayat bizi.
Sevginin derinliği…
O derinlikte olabildiğince kendimize gelmeliyiz.
Mahzunlaşmanın, kederlenmenin, romantizmin ruhsal bozukluklularına kaptırmanın bir manası yok.
Yüreğimizde duymalıyız o coşkuyu!
Bunun başka bir yolu var mı?